Z-3: Bir suikastçının öyküsü

Semih Yıldız'dan zamanda kayan bir suikastçı öyküsü, kendini kaybetmemek için aynalara sığınanların hikayesi.
Şubat '11

Böyle zamanlarda ayna en güvenli yerdir. Kendimi zamanın içinde kaybetmemek için her seferinde, bunu yapmam gerekiyor. Her seferinde yeni bir  bedenin içine girdiğimde hiç olmadığım kadar ıssız hissediyorum kendimi. Benden geriye kalanların sadece gözlerim olduğunu düşünerek, aynada kendime şunları tekrarlıyorum…

“İsim; Z-3

Yaşadığım zaman; 2200
Yaşadığım yer; Kudüs – Metropol

Birim; Zamanda Yolculuk Timi; Suikast birimi”

“Yeni İsmim; John Wilkes Booth

Tarihi; 14 Nisan 1865

Yer; Washington; Ford Tiyatrosu

Görev; Abraham Lincoln suikastı”

Bu son işim; artık zamanda yolcuk yapmaktan bıktım. Kırk iki yaşındayım. Kendimi bildim bileli görevdeyim. Artık kargaşaların arasında kalmaktan bıktım. Siyasi bir görüş edinmek için vaktim olmadı. Hayatım emirleri yerine getirmekten ibaret.

Bütün bunlar sadece hayatımı Bay Adam’a borçlu olduğum için o kadar.

Güçlü bir iradeye ve psikolojiye sahiptim. Bay Adam’ın yetiştirdiği bir çok çocuktan biriydim. Tecrübe edinmek için orduya gönderildik. Bir çok savaşta, ön saflarda göğüs göğse çatışmalara girdim. Gösterdiğim üstün başarı beni üst rütbelere kadar yükseltmişti. Gözde bir asker olup çıkmıştım.

Bir Yahudi gibi yaşadığımı söyleyemem, asla Siyonist değilim ama İsrail hükümetinde ki çalışmalarım bana saygınlık ve güç kazandırdı. Benim zaafım da buydu. Hiçbir millet-ırk, din-mezhep, siyaset-politika vs. vs. bunların hiç biri umurumda değildi, önemli olan Bay Adam’a bağlılık ve saygınlıktı. Bu zaman sürecinde, ailem yok oldu. Bir trafik kazsında öldüler. Muhtemelen geçmişimi ortadan kaldırmak için -planlı- bir kazaydı. Tabi ki onlara inanmış gibi yapmak zorundaydım. Bu işlere girdiniz mi, çıkmak imkansızlaşıyor.

Zaman, beni ne kadar yükseltiyse, içimde o kadar karanlığa gömdü. Tüm bu ruhsal çöküşün ve bir suikastın hazırlığını yaparken aşık olmuştum. Beni ona çeken büyük bir güç vardı. Daha önce hiç hissetmediğim duygu, kaburgalarımın gerisinde bir mezar kazıp ruhumu diri diri gömüyordu. Kendimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Suikast bitti ve ben boyutuma geri döndüm. O, zamanın kara deliğinde, bir daha dönmemin mümkün olmayacağı bir tarihte yaşıyor. Eğer buna kalkışırsam Birimin peşime düşüp beni öldürmesi uzun sürmez.

Günlerce, aylarca hep aynı rüyayı görmek beni bambaşka bir insan yaptı. Onunla rüyalarımda konuşuyordum. Beraber yaşıyor, sevişiyorduk. Rüyalar gerçekle iç içe geçmişti. Zamanda her yolculuk yaptığımda insanların arasında onu gördüğümü sanıyorum. Her gittiğim yerde! Sanki beni takip ediyordu. Bu takıntım, beni halüsinasyona hapsediyordu; gerçek olmadığına eminim. O, çok uzak bir tarihte. Hala elindeki sepette taşıdığı yeşil erikleri satmaya çalışıyor. Hala kızıl saçlarını omuzlarına, bir okyanusun dalgalarını kıyıya bırakışı gibi bırakıyor.

Artık bu iş bugün sona erecek. Halüsinasyonlardan bıktım. Kaybolmaktan korkuyorum.

(Ayna!)

“İsim; Z-3

Yaşadığım zaman; 2200
yaşadığım yer…”

*

Görevlerimizin amacı bize asla açıklanmıyor. Sadece öldürülecek kişinin resmi, konumu-görevi(bu güvenlik adına önemlidir o yüzden), yaşadığı yer ve zaman. Sonra elimize; yolculuk yapacağımız zaman dilimlerine uygun, suikastta kullanacağımız silahlar temin ediliyor. En zorları da ilkel suikastlar oluyor. Okla, mızrakla suikast hem  çok zor ve bir o kadar da sıkıcıydı. En sevdiğim snaypırla yapılan suikastlardı. Mesela 1963 John Fitzgerald Kennedy suikastı. Birkaç yıl oldu sanırım. O zamanlar bundan ne kadar da zevk alıyordum. Özellikle boyutuma döndüğüm zaman, ödüller, tebrikler, kadınlar(tek gecelik), para, güç… itibar…

Şimdi kendimden iğreniyorum. Buradaki işim biter bitmez,  zaman makinesinin tarihlerini, kadını gördüğüm zamana; M.Ö. 44 yılının 14 martına ayarlayacağım. Yani Sezar’ın suikastından bir gün öncesine. Ama bunu ekipten gizli yapmalıyım.

Muhtemelen tarihin akışını, baştan değiştirecektir. Bunu uzun zamandır düşünüyorum. Birimler beni takip edecektir. Hayatta kalmak zor olacak ama artık ondan başka bir şey düşünemiyorum.

*

Zaman geldi. Ford Tiyatrosunda oyun başlamadan bir saat öncesinde ekipten gizlice, tiyatronun bir sokak altındaki  “Road House” restaurantın tuvaletine zaman makinesini sakladım. Hemen ortadan kaybolmak en iyisidir. Geride kalan bendene ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Ama hiçbir şey hatırlamadıklarına eminim. İşler böyle sürer gider. Hiç kimse, tarihle bir oyun oynadığımızı fark etmez bile. Bedenlerine sahip olup, tarihte iz bıraktığımız insanlara hep acımışımdır ve tabiî ki suikasta uğrayanlara. Hayatları hiç uğruna yok olup gidiyor.

Birkaç haftadır üzerinde kafa patlattığım plan başladı bile. Sahnede “Amerikalı Yeğenimiz” adlı komedi oyunu başlamıştı. Bir çok kere izlediğim bu oyunda, izleyicilerin en çok güldükleri sahneyi kafama kazımıştım. Aynı zamanda tiyatroda oyuncu olan bedenim işi çok kolaylaştırdı. Lincoln’un bulunduğu locaya daha önceden bir delik açmıştım.

Seyirciler yavaş yavaş salonu dolduruyorlardı. Kadınların ışıltılı kıyafetleri bu geceye ayrı bir renk getirecek gibi.

Ve işte oyun başladı. Ekip salonda yerlerini almıştı. Z-1 seyirciler arasında oturup, suikast sırasında her hangi bir müdahalede devreye girecekti. Z-2 locanın bulunduğu koridorun başında gözcülük yapıyordu. Önce oyunu sahne arkasından bir müddet izledikten sonra locaya çıktım.

Başlıyoruz; oyunun en komik sahnesi ve tarihe geçecek o gizemli cinayet. Delikten Lincoln’un katıla katıla gülmeye başladığını görünce kapıyı birden açıp başından vurdum. Patlama sesini kimse fark etmedi ama hemen Lincoln’un yanında korumalığını yapan binbaşı Rathbone üzerime atladı. Son anda yanımda taşıdığım bıçakla yere sermiştim ki bu boğuşma herkesin dikkatini üzerimize çekmişti. Artık tek kişilik bir oyuna dönmüştü seyir. İzleyicilere, verdikleri paranın karşılığını; tarihin bu unutulmaz vakasıyla veriyordum. Az şey mi? Buradaki izleyiciler tarih boyunca anımsanacaklar. Çocuklarına, torunlarına anlatacakları bir hikaye olacak. Belki bazıları bunları yazıp kitaplaştıracak ve para kazanacak.

Locadan aşağı atlar atlamaz ortalıktan kayboldum. Herkes olanlar karşısında şok olmuştu. Kimse çıkarken beni engellemedi. Plan gereği otelde buluşup boyutumuza geri dönecektik. Ben Road House’a gittim. Zamanım azdı. Tuvalete girdiğimde, zaman makinesinin bulunduğu bölmede başka biri vardı. Kapıyı hızlıca vurup;

“Hemen dışarı çık! Acele et yoksa seni öldürürüm!”

Kapı yavaşça açıldı. İçerdeki adam takım elbiseli, sert mizaçlı biriydi. Bana bakışında ki nefret her şeyi açıklıyordu. Ne yapmaya çalıştığımı anlamışlardı ve kaçacağım deliğe Birimden bir ajan göndermişlerdi bile. Belinde ki tabancasına davranacağı sırada kasıklarına bir tekme vurdum. Bu bana zaman kazandırdı. Adam dizlerine kapaklanıp hayalarını tutarken, suratına dizimle vurduktan sonra yere serilmişti. Belindeki silahı alır almaz. Bir kemeri andıran zaman makinesini belime dolayıp kodları girdim. Eğer bu ajan her kimse daha çaylak olduğu her halinden belliydi. Silahını elinde tutması gerektiğini, alacağı eğitimle öğrenmesine de gerek yok. Birim artık eskisi kadar iyi askerler seçemiyor. Ellerindeki en iyi elamansa şimdi tarihin tozlu sayfalarına doğru yolculuk yapıyor.

*

Kahretsin!

Zaman makinesini Birim kontrol altına almış. İçerden gelen kokteylin sesi hiç bu kadar ürkütücü olmamıştı.

Zamanda yolculuğu bu kapalı kutuya benzeyen oda da yapıyoruz. Suikast birimi A koğuşunda üç ajan için, üç sedye ve zaman makinesi var.

Biran önce bu kutudan kurtulmak ve kimseye görünmeden eve dönmek için kapıya yöneldim. Kapı açılır açılmaz karşımda Birim başkanı çıplak başı ve top sakalıyla Bay Adam duruyordu. O şeytani gülümsemesi, on yaşımdan beri zihnime kazıdı. Gülümsemesinin esiri olup hayatımı insanlara kan kusturmaya adadım. Öldürdüğüm insanların sonuyla benim hayatımın hiçbir farkı yok.

Elimdeki altı patları görünce panikledi. Bunu beklemiyordu. Beni alt etmek için neden bu kadar acemi bir ajanı seçmişti. Beklide onu etkisiz hale getirmem oyunun bir parçasıydı. Silahı o şeytani surata çektim.

“Kay, bu yaptığın saçmalık. Ne yaptığının farkında mısın?” Kay; gerçek ismim bu. İsmim kulaklarıma yankılanınca kendimden ne kadar da uzaklaştığımı fark ettim. Birimin esiri olmuş benliğimden soyutlanmıştım.

“Evet, gayet farkındayım. Şimdi buradan defolup gidiyorum. Peşimden kimsenin gelmesini istemiyorum Bay Adam, anlaşıldı mı?

Tabiî ki bütün birimler peşimde olacak. Birimden en güvenli kaçış Bay Adam’ı rehin almakla mümkün. Onu kollarından yakalayıp silahı başına dayamış kapıya yöneliyordum ki koridorun köşesinden askerler çıkmıştı bile. Bay Adam’ın neden kapıda beni beklediğinin bir kanıtıydı bu.

“Kay, her şeyi berbat ediyorsun. Bırak beni de konuşalım. Seni kaybetmek istemiyorum.”

“Beni gönderdiğiniz bir görevde zaten kaybettiniz Bay Adam, boşuna nefes tüketmeyin. “

Yüksek sesle güvenliğe “Herkes sakin olsun! Şimdi silahlarınızı yavaşça yere bırakın yoksa Bay Adam’ı son görüşünüz olur! Çabuk olun!”

Bay Adam devam etti; “Çocuklar bırakın silahlarınızı. Hiç bir şey olmayacak merak etmeyin. Her şey kontrol altında.” Her zaman ki gibi. Evet, birimde her zaman, her şey kontrol altındadır.

Evet, çocukluğundan beri kendi elleriyle yarattığı bu canavarın tek kılına bile zarar gelmesini istemiyordu. Askerilerin arasından sıyrılıp kokteylin düzenlendiği salona geçtim. Işıltı bir kokteyl, bütün tanrılar içkilerini yudumluyor. Kural koyucuların hepsi burada.

Ve şaşkınlıkla olup biteni izliyor.

Birimden çıkıp arabama atladım. Bay Adam’ın endişeli bakışları dikiz aynamda bir sis perdesiyle yok olup gitti.

Telefonum çalmaya başladı. Arayan Bay Adam… sesi karanlığın içinden titrek ve tehditkar geliyordu.

“Kay nereye kadar kaçacaksın?”

“Kaçabildiğim yere kadar.”

“Bu gece evine git. Yarın uyanır uyanmaz yanımda istiyorum seni. Kafan karışmış. Aptalca şeyler için hayatını çöpe atma.”

“Bu beni son görüşünüzdü Bay Adam, kokteylin tadını çıkarın. İyi geceler.”

*

Kilometre göstergesinde ibre 250 mili gösteriyor. Karanlığı bir mermi gibi yarıyorum. Asfalt sanki ayaklarımın altında yok oluyormuş gibi.Kolumdaki Birimin saatini pencereden boşluğa bırakıyorum.

Her şey bitti. Onun yanına gitmemin tek yolu vardı ve ben o yoldan yarım saattir, son sürat uzaklaşıyorum. Eğer kurallara uyarsanız işler tıkırında gider. Çizginin dışına çıkmayı düşünmek, çıkmak kadar suçtur. Ve hayal ettiklerinizden aksi yöne işte böyle kaçmak zorunda kalırsınız. Duvarların üzerime yıkıldığını hissediyorum. Arabanın lastikleri göğüs kafesimde eriyor. Eve uğrayıp gerekli ekipman alıp durmadan kaçmak zorundayım. En ufak bir hata ölümüme neden olabilir.

*

Evde beni birilerinin beklediği hissi, içimde bir kuşku seli yaratmıyor değil. Altı patları arabama bırakıp kendi silahımı alıyorum.

Şehrin çok uzağında ki bu ev beni insanlardan soyutlamaya birebir. Ormanın içinde bazen tanırının bile gözünden kaçmasına neden oluyor. Ormanın derinliklerinden gelen baykuşun sesi kulaklarımda yankılanırken kapıyı aralıyorum. Ev karanlığa gömülmüş bir ceset gibi. İçerde tek canlı ben ve saksıdaki kaktüsler. Işıkları açtığımda gözlerim kamaşıyor. Karanlığa ne kadar da alıştığımın farkında bile değilim. Eşyalar odanın atmosferine görmediğim bir huzursuzluk bırakıyor. Sessiz adımlarla salona geçiyorum. Ay ışığı koltukta oturanın varlığını ayan beyan ortaya seriyor.

“Kimsin sen? Ellerini yavaşça başını üzerine…” derken lafımı kesiyor.

“Işığı açmayacak mısın?”

Bu bir kadın sesiydi. Işığı açtığımda bir meteorun yörüngesinden sıyrılıp üzerime doğrunu geldiğini hissettim. Az sonra bütün dünya benimle yok olacak. Karşımda bütün geçmişimi ardımda bırakıp ölümü göze aldığım kadın duruyordu! Ama bu nasıl olur! Onun ajan olması imkansız!

“Sen.. sen…”

“Evet ben oyum… rüyalarında ki kadın. Daha doğrusu sen rüya sanıyorsun.”

Beynim bedenim üzerindeki hakimiyetini yavaş yavaş yitiriyor. Önce silahı aşağı indiriyorum.

“Rüya sandığın her şey gerçekti Kay. Ben Shopie. Z.Y.M. (Zaman Yolu Melekleri) bu hükümetin birkaç yıldır hayata geçirdiği bir birim. Başarılı ve kahraman ajanların sadakatini ölçen bir test. Ve siz sınıfta kaldınız.”

Silah elimden düşüyor.

“Bize kısaca bilinç yolcuları da deniyor.”

Ayağa kalkıp yavaşça yanıma yürüyor.

“Siz uykuya daldığınızda, Birimin size verdiği ve bileğinizden hiç çıkarmadığınız saatin arkasında mikro şırıngalar devreye girip damarlarınıza enjekte ediliyor. Bunun farkına bile varmıyorsunuz. Sizin derin bir uykuya dalmanızı sağlıyor. Ve devreye biz giriyoruz. Sizi tarihte güvenli bir yere götürüp uyandırıyoruz. Ama şırıngadaki ilaç yüzünden bunun bir rüya olduğunu sanıyorsunuz. Ve bize sadece oyun oynamak ve zihninizde yer etmek kalıyor.”

Nefesini dudaklarımda hissedeceğim kadar yaklaşıyor. Ellerim titriyor. Kızıl saçları bu sefer darağacındaki halatın yerini alıyor. Soluğum kesik kesik. Düşüncem bana ihanet ediyor. Gözleri, meteorun yaklaştığını ve her şeyin biteceğini anlatıyor.

“Beni takıntı haline getirmenizi sağlamak benim görevimdi ve bunu başardım. Aynı zamanda sizin takipçinizdi. Hep bir adım gerinizdeydim. Zaman makinesini tuvalete saklayışınızı, kahvemi içerek izledim Bay Kay yada Z-3. Ama artık isimlerin bir önemi kalmadı. Birime ihanet ettiniz. İhanetinizden dolayı en ağır cezaya çaptırılacaksınız…”

Bütün pencerelerin aynı anda patladığını duydum… bir tabur asker o cesetsi sessizliğin içinden salona girmişti.

Sonumu kendi ellerimle yazmışım meğer. Bana silah doğrultup yere yatmamı söyleyen kadının hala beni kurtaracağını düşünüyorum… ✪