Öykü: Emel Altay, Çizim: Eda Nazlı Gündüz

Yampiri Rıza

Emel Altay'ın öyküsünde Rıza ve Ayla'nın her gün yürüdüğümüz sokaklarda farketmediğimiz, hüzünlü ve güp-güzel hikayesine gidiyoruz. Eda Gündüz'ün Yampiri Rıza için özel desenleri eşliğinde, İstanbul'dan Kont Drakula'ya giden trendeyiz...
Ekim '10

Biz büyüdük ve her şey sarımsaklandı.

Yani hiçbir şeye yanaşamıyorum. Neye elimi uzatsam benden uzaklaşıyor.

Ben Rıza, Kont Drakula’nın 5. kuşaktan akrabası, ne olacaktım, elbet vampirim. Kandan kana geçer vampirlik, bilinen şeydir. Bana Yampiri Rıza diyorlar. Desinler. Ben de onların kanlarını emmeye giderken yampiri yampiri yürüyorum. O zaman işte doğru notaya basıyorlar. Vampiiiiir diye bağırışlarını bir duysanız… Mesela Melahat’ı. Güzel kadındı Melahat. Sarışındı. Sonradan olsa da bir hava katar sarı kadına. Melahat da havalıydı. Ama sarımsaklıydı da. Yanaşamazdım anlayacağınız. Ben de bir gece sokakta kıstırıp yapıştım boynuna. Hemencecik öldü ya, ona şaşırdım. Oysa kanı ne bol, ne kırmızıydı. Şekle kanmamalı. Kendimden de bilirim. Kırmızı yanaklı, koca kafalı, eh biraz da göbekliyim. Hani ucu sivri dişlerim olmasa ben bile şüpheye düşerim vampirliğimden. İyidir aslında böylesi. Kireç yüzlü, kırmızı pelerinli mi olaydım? Geceleri de tabutta yatayım oldu olacak. Bak buna itirazım olmazdı pek. Park banklarından, bankamatik odalarından iyidir. Sokaklarda yaşıyorum evet. Ne yapayım olmadı. Ne mi olmadı? Hiçbir şey. Ne istedimse… Hiçbir şeyim olmadı. Lanetli milletiz bir kere. Bir çingene kısmı bir de biz; vampirler. Kont Drakula derler, dedemin dedesinin kayınbabası olacak deyyus başlatmış bu laneti. Kazığa oturtmuş kim varsa zamanında, bakire kızların kanını içmiş, çocukları yakıp ateşinde kaynattığı sularda kocakarıları haşlamış. Daha da neler neler. Çok zalimmiş Kont efendi. Kont’san, Bey’sen zalim olursun, bunda şaşılacak şey yok ama vampirlik… Çok ileri gitmiş bizim Bey. Biz de dönemiyoruz işte Drakula efendinin gittiği yoldan, devam. Kanımıza işlemiş bir kere kan almak. Hem neden döneyim, beni de böyle yaratmış yaradan. Bir keresinde… Bak şimdi nereden düştü aklıma. Bir kez Ayla demişti. “Dönsen… Tövbe etsen de bir daha kanını almasan kimsenin.”

Olur mu öyle şey Ayla? Canımın ay parçası. İnsan insanlıktan dönebilir mi? Bundan böyle insan değilim diyebilir mi? Kedi, kedidir misal, değil mi? Hep kedidir. Kör, körlükten döner mi? İstese de dönemez ya, bence istemez de. Doğuştan kör doğduysa istemez. Bir vampir de doğuştan vampirse, zaten aksi olmaz, dönemez vampirlikten. Ayla işte. Ayla… Nereden düştü aklıma. Ayla bu. Akıl onu düşünmeden durabilir mi? Yine dağıttım mevzuyu. Laf değil, ipi kopuk tespih taneleri mübarek. Melahat diyordum. Sarışın ve lakin sarımsaklı. Selam veririm almaz. Az baksam o güzel yüzüne “ne bakıyorsun deli” der ortalık yerde. Bağırarak. Ne bakıyorsun DELİ. Ah Melahat. Bir selamımı alsaydın ne çıkardı. İyi mi oldu böyle. Sabaha karşı seyyar poğaçacı Çetin, Köşeyatır Sokağı’nda bulunca Melahat’ı, poğaça arabasını falan bırakıp koşuyor karakola. Yok, önce bir posta kusmuş duvarın dibine. Gelip de bana hani neredeyse ballandıra ballandıra anlattıydı cesedi nasıl bulduğunu. Milletteki ceset merakına da şaşarım. Ben kanını emip, ruhunu aldığım garibana dönüp de bakmam. İçim kaldırmaz zaten. Ayla da bakmaz. Adam öldürmüşlüğü yoktur yanlış olmasın. Olsaydı bakmazdı.

– Rıza
– Söyle canımın ay parçası.
– Bıraksan bu vampirliği. Ben sana kan bulurum. Şartsa…

Gülerim.

– Nasıl olacakmış o?
– Bulurum işte. Hastanelerden çalarım.
– Nasıl gireceksin hastanelere?
– Temizlikçi olurum. Hastabakıcı olurum.
– Sen?

Diklenirdi.

– Ne varmış? Ben çalışamaz mıyım? Beceremez miyim?

Ayla çalışırdı çalışmasına da onu çalıştırırlar mıydı? Bir kediyi. En yakın arkadaşı vampir olan bir kediyi. Hayat daha az acayip değil aslında ama siz yine de kendinizi normal bizi bi değişik beller korkarsınız. Neme lazım, ben girmem aranıza. Ayla da uzak durmalıydı ya. Ayla işte…

Neyimi sever bu Ayla benim. Çok semirmişlerin kanını içmekten, bir de köpeköldürenden davul gibi şişen göbeğimde yatmayı sever. Kimseler konuşmaz onla, bense ondan başkasını dinlemem. Bunu sever. Herkes ona pist der, ben Ayla derim. En çok da bundan sever.

“Herkes sarımsaklandı be Ayla” derim, güler.

– Nereden buluyorsun bu lafları…

Bir yerlerden bir şey bulduğum yok be Ayla. Bir sen işte.

Bir sendin. Bir gün sabah kalktım, Ayla yok. Akşam olacak gelmez. Gün battı her yer karanlık, yok. Sabahı zor ettim. Sabaha karşı yine poğaçacı Çetin. Allah’ın ölüsevici sapık puştu. Nasıl da gözleri parlaya parlaya anlattı arabanın altında kalışını. Oracıkta geçirdim dişlerimi boğazına. Pis kanını öyle bir emdim ki deyyusun, derisi büzüştü, havası alınmış bir teker gibi yuvarlandı yere.

Sonra herşey daha da sarımsaklandı. “Dünya kocaman bir diş sarımsak.” diyeyim, sen de gül be Ayla. Duramıyorum. Yanaşamıyorum. Korkuyorum. Işığa da bakamıyorum artık. Ölüyorum be canımın ay parçası.

– Rıza. Vampirler ölür mü?

– İsterlerse… Yoksa ölümsüzdürler.

Ağlamaya başlamıştı birden. Gözlerine bakmıştım. O güzel kedi gözlerine. Gözyaşlarıyla ıslanan tüylerini okşamıştım.

– İstemem ki Ayla. Sen bir gün nankörlük edip de beni bırakmadıkça, istemem.

Yüzünden tüyleri kadar koyu bir gölge geçip gözlerime dolmuştu. Kırık kırık söylenmişti.
Aman Rıza. Nereden bulursun bu lafları…


  ✪

Emel Altay’ın öyküsüne eşlik eden çizimler için Eda Gündüz’e özel teşekkür ederiz. Unutulmasın ki şehirlerde uyur gözüken Futuristika! retro-absürt alt birimleri aynı anda ayaklanırsa ay ay ay…