“Tanrım kötü kullarını sen affetsen ben affetmem”

"Ve sizden biriniz bile hariç olmamak üzere hepiniz, illâ muhakkak ona cehenneme varacaksınız."

Ve sizden biriniz bile hariç olmamak üzere hepiniz, illâ muhakkak ona cehenneme varacaksınız. Bu, senin Rabbinin üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür. – Meryem, 71

Dünyanın azabı içinde kaldık
Sevenler unutmuş sevmiyor artık
Gönüller dolusu aşklara yazık
Bahtına gücenmiş kul feryadı bu

"Tanrım kötü kullarını sen affetsen ben affetmem" 1

‘’Acıların Kadını’’ tabirini duyduğumda herkes gibi benim de aklıma ilk gelen kadındır Bergen. Bir yandan biyografisini okuyorum bir yandan şarkılarını dinliyorum. Sanki ne yaşasa, ya da yaşayacaksa hep onları seslendirmiş.

Kendi döneminin müzisyenleri başarılarıyla, başarısızlıklarıyla, röportajlarla gündeme gelirken Bergen’in hayatının yok edilişi manşetlerden haber olmuş. Yalnızca arabesk şarkıcısı acıların kadını demek yetersiz geliyor onun için çünkü kendisi arabeskin bizzat kendisi oluvermiş. Çocukken ve hayatıyla ilgili şeyleri okumadan önce, saçıyla yüzünün bir tarafını kapayarak görmeyen gözünü gizlemesi bana hep sanki öyle doğmuş da sadece bundan rahatsızmış gibi gelirdi. Ne zaman birimizin saçı yüzüne düşse ‘’Bergen modeli’’ şeklinde alay edilirdi çünkü.

Yüzü kezzapla yakılmış bir kadınla alay etme hakkını bizlere kim vermişti peki?

Bu olaydan sonra medyanın desteğiyle büyüyen şöhreti ve daha da güçlenmesi belki onun acılarını hafifletirken, bizim de toplum olarak her şeye rağmen kabuğuna çekilmemiş bir kadının acısını hiçe saymamıza sebep olmuş olabilir. Ayrıca medyanın lütfettiği şöhret, hayatında aldığı kararlarda söz hakkı sahibi olmasını da sağlamış olabilir. Çünkü onu kezzapla yakan adamdan sonra biriyle beraber olması ateşle oynuyor başlığıyla verilip sonra bıçaklandığında biz demiştik uyarmıştık gibi olması gereken oldu bunda şaşılacak bir şey yok noktasına getirilmiş.

Hikayenin sonunu hepimiz biliyoruz. Kimilerine göre katilini affettiği için ölümü de hak etti. Fakat sonuçta erkek sevgisi öldürdü. Bergen’in katili yalnızca yedi ay hapis cezası aldıktan sonra serbest kaldı.

Ne değişti?

Bergen’den bugüne değişen bir şey varsa o da cinayetlerin arttığı. Son 7 yılda %1400 artan kadın cinayetleri kesinlikle hafife alınacak bir oran değilken devlet kadınları hâlâ korumuyor, koruma olanaklarını kadınlardan yana kullanmıyor, katillere ödül gibi cezalar veriliyor. Medyanın erkek dili kadın cinayetlerini desteklemeye devam ediyor.

Hakan Tok’un bloğundan alıntılar:

“Acıların Kadını Bergen Anlatıyor” başlıklı yazı dizisinden: “Devamlı hastaneyi arıyordu. Önceleri telefona yanıt vermedim ama daha sonra bir iki kez konuştum. “İki gözüm kör oldu, bana bunu neden yaptın?” dedim. O ağlayarak kendisinin yapmadığını söyledi. Ama ben onun yaptığını biliyordum.”

“Kaçtığımı öğrenir öğrenmez beni takip etmeye başladı. Son olarak İzmir’de bir pansiyonda buldu. Yüz vermediğim için beni tehdit ediyordu. Yüzüne kezzap atarım diyordu… Ama ben inanmıyordum… Yalan diyordum.” Bulvar gazetesi röportajından
“Hiç kimseye düşman değilim, kimseye yanlış bir hareketim yok. Bilmiyorum ki benimle niye uğraşıyorlar? Yalnız kadına bu kadar yüklenmek erkeklik midir diye soruyorum bu insanlara. Zaten benim hayatım gerçekten acılar içinde geçti, daha ne istiyorlar benden?

‘’Hayatım roman gibi. Ama ağlatan bir roman ve bu romanda bir sayfa daha açılmıştı. Ama azmim ve çabalarım ile kendimi topladım.”

“Böyle zamanlarda saldırıya uğrayacak gibi oluyorum. Bu nedenle de kimi zaman çiçek vermek isteyen bir hayranımı, kimi zamanda istekte bulunan seyircilerimi kırıyorum. Ama ne yapayım, elimde değil.”

“Yaşadığım olaylar beni acıların kadını yaptı. Halk beni böyle tanıyıp sevdi. Ama artık acıların kadını olmak istemiyorum. Çektiğim acılar yeter. Artık mutlulukların kadını olarak tanınmak istiyorum. Beni acıların kadını olarak yücelten halkım, aynı şekilde mutlulukların kadını olarak da kabul edecektir.”
Link

Sonra takva sahiplerini kurtaracağız. Ve zalimleri, diz üstü çökmüş olarak bırakacağız. – Meryem, 72. ✪

Önceki

[Saul Newman] Devlete Karşı Savaş: Stirner ve Deleuze’ün Yaklaşımı – 2001

Sonraki

[Laszlo Krasznahorkai] Savaş Ve Savaş