Feryal Öney

[Feryal Öney] Kadını en iyi kadın anlatır

Türkiye’de 12 Eylül Askeri Darbesi’nin siyasi etkisinin yanında ülkenin kültürel nefesini kestiğini dönemin tanıkları sıklıkla aktarırlar. Çorak ortamı ilk yeşertenler Mozaik ekibiydi. Mozaik, 80 sonrası sıkıntılı günlerde, dünyanın renklerini bir kasede sığdırıp ‘Çok Alametler Belirdi’ demişti. Alametlerin ve kıyametlerin takip eden yıllarda da eksik olmadığı bu toprakların, insanların, farklı geleneklerin, dillerin ve ölüm dirim hikayelerinin müziğini, kolektif ve çoksesliliğin hakkını vererek yirmi yıldır sürdüren Kardeş Türküler, geleneğin ve tarihin sunduklarını harmanlayıp, çağdaş vakitlerde insanlara aktarıyor. Vildan Daşdöğen, Kardeş Türküler’den Feryal Öney ile geçen yirmi yılı, kadın olmayı, şiddet kültürünü ve müziği konuştu.
Feryal Öney
Feryal Öney

Futuristika! [Vildan Daşdöğen]: Öncelikle, 20. yılınız kutlu olsun. Kardeş Türküler kendi alanında tek sayılabilecek bir grup. Bu kadar kalabalık bir kadroya sahipken devam etmeyi nasıl başardınız, zor olmadı mı?

[Kardeş Türküler] Feryal Öney: Teşekkürler, aslında tek olduğumuzu söyleyemem çünkü herhangi bir müzikal kategoriye sokmuyoruz kendimizi. Etnik müzik, geleneksel müzikler ve daha değişik bir sürü adlandırmalar oluyor Kardeş Türküler’in yaptığı müzik için. Ama biz yaptığımız müziği sadece bir kategoriye sokmuyoruz, herhangi bir alanda kategorilendirmediğimiz için de, “bu alanda tekiz” deme iddiasında olamam. Geleneksel müzikler temelli müzik yapan birçok müzisyen arkadaşımız, grup  var.

Yirmi yıldır devam edebilme konusunu ele alırsak, kadro da değişti aslında. Kurucu kadrodan gidenler de oldu, sonradan eklenip en az kurucu kadro kadar projeyi sahiplenenler de oldu. Çünkü yirmi yıl gerçekten uzun bir süre. Herkesin hayatını bu projeye göre yönlendirmesini beklemek çok da doğru bir şey değil zaten. Özellikle ‘proje’ dedik; çünkü insanlar değil, işin kendisi, hedefleri belirlesin istedik nasıl yürüyeceğini. O yüzden yirmi yıl devam edebildik diyebilirim.

Bugüne dek yürütebilmemizin bir sebebi de şu; eleştirel olabilmek, iyi/kötü, gelen eleştirilere kulak tıkamamak.  Yani hem dinleyicilerimizden gelen her türlü eleştiriye açık olduk hem de daha iyi olabilmesi için BGST (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu) projeyi sahiplendi, seyirciden, dinleyiciden önce dış göz / kulak olarak müdahil oldu. Dışarıdan bakarak ama içerden de çeşitli iş bölümleriyle işleri kotararak. Böyle bir yapının içinde yer almak bize çok avantaj sağladı. Temel olarak da söylediğim gibi kişilerin inisiyatifine, eğilimlerine, yönlendirmelerine, kişisel belirlemelere ve zaaflara bırakılmadı proje.

Başkalarından teknik ya da müzikal anlamda etkilendiniz mi? Müziğiniz nasıl şekillendi?

Yeni başladığımız dönemde geleneksel müzik yapmak istediğimizi biliyorduk, ama nasıl bir gelenek?  Dünya müzikleri de çalışma alanımıza girdi (gospel, blues gibi Afro-Amerikan müzikleri, İnti İllimani, Radio Tarifa gibi grupların müzikleri..), buralı müzikler de (özellikle 60’ların 70’lerin Anadolu Rock dönemi)..

O dönem “Mozaik” diye bir grup vardı; Ezel Akay’ın, Ayşe Tütüncü’nün, Bülent Somay’ın, Timuçin Gürer’in içinde  bulunduğu bir grup.. Onlar da Boğaziçi çıkışlıydı. 80 sonrası çok güzel bir albüm yapmışlardı: “Ölümden Önce Bir Hayat Vardır”. Bir konser kaydıdır; dünya halk şarkıları ve muhalif şarkılardan oluşur repertuarı. Şarkılar, hikâyeleri anlatılarak icra edilir. O kaset bizim hayatımızda çok önemlidir, deliler gibi dinlemişizdir.

Dediğim gibi, Cem Karaca ve Moğollar, Anadolu Rock, 70’ler döneminin müziklerini de çok dinledik, çok söyledik. Yalnızca bir iki konserde icra etmiş olsak da Kardeş Türküler’e çok büyük etkisi oldu Anadolu Rock dönemini bilmemizin. Çünkü kentli insanların, kolejli çocukların bu coğrafyanın müzikleriyle tanışması o dönem olmuştur.

90’ların başında Grup Yorum, Metin-Kemal Kahraman da bu topraklarda konuşulan Türkçe dışındaki dilerde de söylemeye başlamışlardı, bizim için yol gösterici oldular.

Peki, biz ne yapacağız, dedik. Bugünkü Türkiye’nin müziği nasıl olmalı, diye sorduk kendimize. Bir kere tek dil, tek kimliğe karşı olmalıydı. Ermeni, Rum, Kürt, Bulgar, Arap, her türlü dilin ve kimliğin iç içe geçtiği bir coğrafyada yaşıyorduk ama bu coğrafyanın geleneksel müziğine “Türk Halk Müziği” deniyordu (resmi olandan bahsediyorum). Bizim ilk işimiz bu tabuyu yıkmaya çalışmak oldu.

Bu durum aslında bizim durduk yere karar verdiğimiz bir şey de değildi. 90’lı yıllar böyle bir dönemdi. Kürt kimlik mücadelesiyle başlayan, ardından Ermenilerin, Yahudilerin, Alevilerin, kadınların, herkesin kendini görünür kılmaya, ifade etmeye çalıştığı bir dönemdi. Bizim müziğe, memlekete bakışımızı değiştiren şeylerdir bunlar. O iklimde şekillenmiştir Kardeş Türküler müziği.

Türkiye’de kadın sanatçı/şarkıcı hatta türkü söyleyen bir kadın olmak nasıl? Ne gibi zorlukları var?

Yüzyıllar boyu kadınlar da en az erkekler kadar, bazen erkeklerden daha fazla  şarkı, türkü üretmişler. Yaşadıkları dünyayı, ortamı, dönemi, çağı yaptıkları türkülerle, ninnilerle, ağıtlarla, deyişlerle çok güzel ifade etmişlerdir. Aile içinde yaşadıkları şiddeti, görünmeyen emeklerini, çevreye, doğaya karşı hissettiklerini, inançlarını, her şeyi aksettirmişler yaptıkları müziğe. Yani farklı temalarda birçok şey söylemişler, yaşadıkları düzeni eleştirmişler. Ama üzeri o kadar çok kapatılmış, erkekler kadınları o kadar görünmez kılmışlar ki, “âşık müziği” dediğimizde sadece erkekler akla gelir olmuş örneğin. “Kadın âşık” dediğimizde akıllara kimseler gelmezken erkek âşıklar dediğimizde Karacaoğlan, Dadaloğlu bir sürü örnek gelebiliyor.

Fakat artık hiçbir şey saklanamıyor. Bugün şehirde yaşayan kadınlar, müzisyen kadınlar çok fazla şey üretiyor. Yaşadığımız çağ artık hiçbir şeyin üzerini örtemiyor. Biz de Kardeş Türküler’deki kadın müzisyenler olarak, kadınların müziği nedir, nasıl yapılmış, araştırıp öğrendikten sonra kendi sözümüzle  kadınların hikâyelerini anlatmaya çalıştık. Özellikle “Bahar” albümümüzde kadınların sözü de baskın olarak yer aldı. Sadece Kardeş Türküler müziğinde değil, solo projelerde de özellikle dert ediniriz, kadına dair bir şey söyleniyor mu burada, diye. Bulutlar Geçer’de örneğin, “Aynalık Körük”; Tebriz’den Toros’a projesinde kadın âşık Afe Bacı’nın sözleriyle “Öğrendim”.
Geçmişe bakacak olursak, kadın şarkıcıların çoğunun geçmişi müziğe başladıkları ilk yıllar aile şiddetiyle dolu. Sizin müziğe geçişiniz nasıl oldu?

Müziğin hayatımda önemli bir yer tutmasının en önemli sebeplerinden biri, ailemdir. Çünkü, hep anlatırım, ben kendimi bildiğimde, dört beş yaşlarında, baş köşesinde pikap olan bir evdeydim ve plâklar bizim için çok önemliydi. Her ay mutlaka birkaç 45’lik plak alınır, dinlenirdi. Tür ayırt etmeksizin, o dönemin sanat müziği, pop müzik, aranjmanlar, arabesk… Dolayısıyla “müziksiz olmaz” duygusunu ailemden aldım. Sonra şarkı söyleyebildiğimi fark ettim ilkokul öğretmenim sayesinde ve müsamerelere katılmaya başladım.  O zamanlar galiba, “ben şarkıcı olacağım” dedim. Ve böylece müzik benim hayatımın merkezine geldi, oturdu. Öğrenciliğim boyunca müsamerelerde, okul gecelerinde, derneklerde (Ereğli Sanatseverler ve Musıkî Cemiyeti) hep şarkılar söyledim. Fakat lise son sınıfa geldiğimde, ailemin kesin bir dille olmasa da, müzikle alâkası olmayan bir bölümü seçmem, hayatımı rahat kazanabileceğim bir meslek edinmem konusunda yönlendirmesi oldu. Fakat, “müzik yapmayacaksın, şarkı söylemeyeceksin!” gibi bir baskı olmadı.

Ölüm ve şiddette statüleri ayıran çizgilerin şeffaflaştığını düşünebilir miyiz?

Şehirlerde de okumuş, entelektüel ama sevgilisini, karısını döven erkekler var. Erkek şiddeti, köyle kentle sınırlandırılabilecek bir şey değil.  Ataerki, şiddet her yere, her sınıfa sızmış durumda. Memleketin ve dünyanın her yerinde var. Bunun önemli bir sebebi, savaş elbette. Savaşın şiddeti meşrulaştırması, normalleştirmesi… Birçok erkeğin askere gidip silahla tanışması. Silah insanların hayatında olduğu sürece şiddet de insanların hayatında. Askere gidip ‘düşmanını’ öldürene eve gelip evdekini öldürmek normal geliyor.  Medyadan o kadar çok ölüm haberi duyuyoruz ki, ölüm, öldürmek çok normalleşti. Asıl sebep şu tabii: Kadınlar güçlendikçe erkekler korkaklaşıyor, korkuları, kompleksleri artıyor.  Kompleksleriyle baş edemiyorlar, öğrendikleri tek şeye sarılıyorlar: şiddete.

Önceden Kürtçe biliyor muydunuz?

Hayır Kürtçe bilmiyorum, ben Türküm, ama Kürtçe şarkılarda da vokal yapıyorum. 20 yıl boyunca Kürtçe müzik dinlediğinizde ister istemez bir kulak dolgunluğu oluyor. Edebiyat mezunu olduğum için dile hevesim vardır, merak ederim hep, sorarım her şeyin anlamını.

Kürtçe senelerdir çok tartışılan ve gündemde olan bir dil oldu. Kürtlerin sayesinde, çok yol kat edildi. Artık kamusal alanda konuşulabilen, şarkıları söylenen bir dil. Bugün artık insanlar artık sosyal medya ortamında birbirleriyle özellikle Kürtçe yazışmaya başladı, bu da insanı teşvik ediyor o dili öğrenmeye.

Edebiyat okuduğunuzu söylediniz. Etkilendiğiniz yazar ve şairler kimler?

Bölümüm edebiyat olunca sayacağım birçok isim var tabii. Çocukluğumdan bu yana yer etmiş bir yazar vardır hayatımda: Yaşar Kemal. İnce Memed’i daha ufacık bir çocukken tefrika olarak yayınlayan gazeteden okudum, her gün heyecanla gazetenin çıkmasını beklerdim. Yıllar sonra kitap olarak okudum. Ve şimdiye dek yayınlanmış tüm kitaplarını. 90larla beraber Murathan Mungan’ın hayatımızda önemli bir yeri oldu, üniversitede her kitabını merakla bekler, okurduk. Hatta şunu söyleyebilirim, Kardeş Türküler’in ‘’Kerwane’’ sinde, Murathan Mungan’ın şiirlerinden izler bulabilirsiniz.

Can Yücel yaşasaydı, şu an memlekete dair çok güzel şiirler yazar, dalgasını geçerdi. Politik olarak da şair olarak da çok sağlam bir insandı. Beni, bizi çok etkilemiştir hayata, yaşananlara ironik bakabilmesi.

Kadın yazarların ayrı bir yeri oldu hep hayatımda tabii ki, kadınları kadınlardan dinleyeceksiniz, okuyacaksınız. Türkiye’yi, içinde yaşadığımız memleketi ve çağı, “kadın olma”yı kadın edebiyatçılarımız gayet güzel anlatıyor ve ben kadınları kadınların ağzından okumayı daha çok seviyorum.

Özellikle 90’larla birlikte, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Leyla Erbil, Oya Baydar, İnci Aral, Peride Celâl, Tomris Uyar, Şebnem İşigüzel, Müge İplikçi, Karin Karakaşlı’nın kitapları başucu kitaplarım oldu.

Dijitalleşmenin sosyal medyanın edebiyata ya da okumaya etkisi nasıl oldu sizce?

Okurlar açısından yoğunlaşma, odaklanma sorunu yarattı belki. Eline gazete, dergi ya da kitap alıp okuyan azaldı belki ama öte yandan dijital ortamlar birçok habere çok hızlı ulaşmamızı sağladı. Hayatıma çok fazla hükmetmesine izin vermedikten sonra faydalı buluyorum.

“Asla söylemem!” dediğiniz bir müzik türü var mı?

Marş söylemem. Derdi ne olursa olsun, militer bir müziktir. Ortaokul ve lisede yeterince söyledik zaten. Marş dışında müzik türü ayırt etmem, dinlerim. Ve birçok türde söylemek de hoşuma gider.

Yakın zamanda Neşet Ertaş’ı kaybettik. İnsan ister istemez düşünüyor, şimdi ne söyleyeceksiniz? Yerine koyabileceğiniz biri var mı?

Bazı insanların yeri doldurulamaz, yerine de kimse geçemez. Neşet Ertaş da öyle. Benim için apayrı bir yeri vardır, benim ve Kardeş Türküler’ in yorumunda çok belirleyici olmuştur. Sadece babasından öğrendiği bozlakları söylememiş, şehre gelip çok şey öğrenmiş, kendi coğrafyasının müziğiyle şehir müziğini harmanlamış, çok güzel besteler yapmış. O yüzden bugün şehirlerde yaşayan insanlar da kendilerinden çok şey bulurlar.

Ufukta yeni projeler var mı? Kadın müziği devam edecek mi?

Yeni bir proje değil ama her projede/çalışmada kadınların sözü, kadınların müziği olmalı bence. Ben besteci yönü güçlü biri değilim ama her projede bir bestem oluyor, bunu devam ettirmek istiyorum. Önümüzdeki dönem herhangi bir proje yapacak olursam, ki var aklımda bir şeyler, mutlaka içinde kadınların da sözü olacaktır.

 

  ✪