Devrim, Tribünden Meydana

Gezi Direnişi'nde taraftar gruplarının yığınsal halde meydanlara akmasına şaşıranlara şaşırmamızı anlatıyoruz.
Temmuz '13

[av_fullscreen size=’extra_large’ animation=’slide’ autoplay=’false’ interval=’5′]
[av_fullscreen_slide id=’21980′]
[/av_fullscreen]

[av_textblock]
Ne kırdan şehire, ne şehirden kıra

DEVRİM TRİBÜNDEN MEYDANA

Taraftar üzerine notlar…

[G]ezi direnişi uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek görüntülerle birlikte toplumsal olaylara hiç de alışık olmadığımız yenilikleri de beraberinde getirdi. Bunlardan bir tanesi ve bu direniş için belki de en önemlisi, taraftar gruplarının yığınsal halde meydanlara akmasıydı.  Konunun takipçileri açısından bu olay büyük bir sürpriz sayılmadı. Ülkemizde nüveleri görülmüş olmasına rağmen taraftar gruplarının kalabalıklar halinde toplumsal olaylara akması Gezi olaylarından çok önce Mısır’da ve Yunanistan’da da karşımıza çıkmıştı. Yani ülkemizde yaşanan bu durum protestolara katılanlar açısından şaşırtıcı gözükse de dünyada örnekleri olan ve toplumsal bir yaraya parmak basan bir durumdu.

Taraftar da örgütlenir

Yüzeydeki yansımadan biraz daha derine girersek; Türkiye’de de özellikle son on yıllık dönemde tribünlerde taraftarlar arasında çeşitli örgütlenmeler baş göstermişti. Bu örgütlenmeler en klasik tabirle taraftar grupluğundan kendi hakları için söylemler geliştirmeye doğru evrilmiş ve çok çılız da olsa kendileri hakkında çıkartılan yasalardan, stadlarda yaşanan ekonomik meselelere kadar pek çok konuda ses çıkarır olmuşlardı. Toplum tarafından pek görülmese de (sebeplerini ilerde anlatacağım) taraftar hareketi de kendi çıkarları doğrultusunda bir söyleme ve eyleme sahiptir Türkiye’de. En genel anlamıyla, Avrupa’da taraftarların öz örgütlenmesi diyebileceğimiz Ultras tipi örgütlenme kültürünün Türkiye’deki uzantıları olan bu yapılanmalar kısa sürede toparlanabilme ve harekete geçebilme özelliklerine sahip gruplardır. Her hafta onbinlerce kişinin toplandığı stadlarda kitleleri yönetme becerisi ve yine her hafta polisle yaşadıkları irili ufaklı çatışmaları da hesaba katacak olursak Gezi olaylarında futbol seyircisinin neden bu kadar rahat hareket ettiğini anlamaya daha yakınlaşmış oluruz. Özellikle ilk iki güne damgasını vuran sloganların ve marşların yıllardır stadyumlarda söylendiğini bilmeyen kalabalıklar için kıvrak bir zeka göstergesi olarak algılanan gerçek esasında buzdağının gözüken kısmından başka birşey değildir. Sonuçta, ortaya çıkan tablo içinde şaşkınlığı barındırsa da son derece yüksek bir moral ve yanında direngen bir ruh halini de beraberinde getirmiş oldu. Tezahürat Sloganı Geçti Burada iki noktaya değinmekte fayda olduğu düşüncesindeyim. Bir tanesi sisteme ilişkin bir sorun; Örgütlenmenin bu düzeyde dağıtılmaya çalışıldığı ve yaşamın her alanında yok sayıldığı bir anda kalabalıkların kendiliğinden stadlarda buna alternatif geliştirmesi oldukça önemlidir. Toplumun en önemsenmeyen kesiminde asgari de olsa toplumsal bir bilincin oluşması ve bunun harekete dönüşmesi kesinlikle küçümsenecek bir olay değildir. Buradan hareketle ikinci önemli nokta da, kitlelerin solun söyleminden fazla futbol taraftarlığının heyecanı ve sloganlarına sahip çıkmasıdır. Bu konuya özellikle solun düşünsel önderlerinin üzerine kafa patlatması gerektiği düşüncesindeyim. İstanbul özelinde Gezi Parkı olaylarına yoğun kalabalıkların kendilerini ifade aracı olarak tuttukları takımların forma ve ürünlerini giyerek gelmelerinin yanısıra taraftarların tribünde bulunduğu örgütlülükler ile buralarda kendilerini ifade etmeleri de ayırt edici bir özellikti. İstanbul’un üç büyük takımından ikisi olan Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın tribün gruplarının doğal bir refleks ile protestolara katılmaları, bu iki takım taraftarlarının politik niteliğinin meydanlara yansıması olarak da okunabilir. Her ne kadar gelişen süreçte münferit olarak Galatasaray taraftarları olsa da organize güçleri olan Ultraslan grubunun sürece dahil olmaması geçmişte bu kulübün iktidar ile kurduğu ilişkinin bir sonucu olarak kendi destekçilerinden bile tepki gördü. Fenerbahçe ve Beşiktaş camialarında da iktidar yanlısı grupların varolduğu bilinse de genel kitle organize güçleriyle beraber bu anlayışlar farklı bir hareket geliştirebilmiştir. Direnişin ilk gününden itibaren Beşiktaş’ın hakim grubu Çarşı ve Fenerbahçe’nin irili ufaklı pek çok grubunun çağrıları ile kalabalık taraftar yoğunluğu sağlanabilmiş ve direnişin meşru ayaklarının oluşmasında önemli bir adım atılabilmişti.

Gezi’ye Gelirken

Gezi Parkı’nda açığa çıkan taraftar enerjisinin gerisine bakacak olursak, Fenerbahçe camiasının 3 Temmuz 2011’de başlayan iktidar karşıtı söylem ve eyleminin yanı sıra Beşiktaş camiasının emniyet ile yer yer yaşadığı gerginliklerin yarattığı birikimin patlamasını da gözardı etmemek gerek. Bir şike soruşturması olarak başlayan 3 Temmuz davası kısa sürede ortaya koyduğu argümanlar ile Fenerbahçe camiası üzerinde inandırıcılığını yitirmişti. Dava ile başlayan yandaş medya olarak adlandırılan hükümet yanlısı basının başlattığı dezenformasyon çalışması ile dava bir anda hükümet karşıtı bir ivmeye evrilmiş ve Türkiye tarihinde görülmemiş ölçüde politikleşen tribünler ile karşı karşıya kalmıştık. Her ne kadar Fenerbahçe taraftarının yürüttüğü mücadele pek çok kesim tarafından gözardı edilse bile ortaya koyulan direnç benzer kaderi yaşayan kesimlerle (Ergenekon, Devrimci Karargah davaları, v.b.) bir empati kurulmasını sağlamıştı. Keza Beşiktaş taraftarlarının da Gezi direnişinden önceleri çeşitli defalar sırf Başbakanlık ofisinin toplanma yerlerine yakın olmasından dolayı yaşadıkları şiddetli çatışmalar zaten verili olan bir sistem karşıtlığını iyice perçinlemişti. Tam da bu anda medyanın yarattığı yapay düşmanlıklar ve bu düşmanlık üzerinden oluşan kaostan beslenen medya sarmalında, taraftarların kendi doğallıklarında sistem karşıtı aldıkları pozisyonlar, geniş kesimler tarafından yeterince anlaşılamamıştı. Gezi olayları bu karşıtlığın anlaşılmasını sağlamıştır. Taraftarları oluşturan kesimin de halk katmanlarından geldiği ve hiç de medyanın tariflediği gibi mutlak bir niteliğe sahip olmadığı da anlaşılan önemli noktalardan biridir. En son, Reyhanlı faciası sonrası Kadıköy’de Fenerbahçe-Galatasaray maçında yaşanan ‘Hükümet İstifa’ sloganından Gezi eylemlerine uzanan süreci okumak için gözleri biraz da bu kalabalıkların toplandığı yerlere dikmekte fayda var.

İki Semt Tek Direniş

Gezi direnişi birer semt olarak da Beşiktaş ve Kadıköy’ün muhalif özelliklerini eylemlere oldukça yoğun bir biçimde yansıttı. 3 Temmuz sonrası Fenerbahçe taraftarının polis tarafından yarım bırakılan köprü yürüyüşü deneyimi bu defa gerçekleşmiş, Kadıköy’de toplanan yoğun bir Fenerbahçeli Kadıköy halkıyla beraber Beşiktaş’a desteğe gitmişlerdir. Beşiktaş Çarşı içinde yoğun bir Fenerbahçe-Beşiktaş tribüncüsü gazın tozun içinde çok farklı tribünlerden gelen insanlarla destansı bir direniş örneği vermişlerdir.  Kentin merkezinde yer alan bu iki ilçenin sınıf ve politik yapı olarak birbirlerine olan benzerlikleri böylesi bir olay karşısında benzer refleksi vermekte gecikmemiştir. Direniş sonrası oluşan Forum örgütlenmeleri bile iki yakanın taraftar toplaşmasını sağladığı iki ayrı parkta inatla sürdürülmektedir.

Sadece İstanbul mu?

Gezi Parkı direnişin merkezi olduğu için İstanbul takımları göze çok battı. Ama Ankara’da Ankaragücü ve Gençlerbirliği, Adana’da Adana Demirspor ve Adanaspor, İzmir’de Göztepe, Karşıyaka, Altay direnişlere yoğun katılan taraftar gruplarına sahipti. Bursaspor ve Trabzonspor gibi organize güçleri daha çok iktidar yanında yeralan taraftar topulukları dışında irili ufaklı pek çok grubu alanlarda görme şansına eriştik. Kartalspor’dan Nurtepespor’a kadar profesyonel liglerden amatör liglere kadar pek çok takımın benzer kaygılara sahip taraftar grubu alanlarda yerini almıştı. Meydanlara akan grupları görünce insan ister istemez düşünüyor; Gezi direnişi hasbelkader 1-2 hafta önce, ligler sürerken yaşanmış olsaydı tabloyu gözünüzün önüne getirebiliyormusunuz? Direniş, çılgın bir virüs gibi en ücra köşede oynanan mahalle maçına kadar yayılma ihtimaline sahip olurdu herhalde.

Bu Daha Başlangıç

Taraftar gruplarının direnci, Gezi sürecinde kazandıkları özgüven ile biraraya gelince önümüzdeki sezon olası protestolar için zemini hazır kılıyor. Polisin tekrardan stadlarda aktif görev alacak olması ve devletin rövanşist niteliğiyle de birleşince bu zeminin engebeli ve sarp yapısını da görmüş oluyoruz. Mısır’da benzer bir rövanş son derece kanlı olmuş, Port Said’de organize edilen intikam 74 gencin hayatına malolmuştu. Umarım buradaki rövanş böyle bir niteliğe bürünmez. Ama şu da bir gerçek ki özgürlük ve isyan bulaşıcıdır. Türkiye için son dönemin önemli seperatörlerinden biri olan Gezi, tribünler için de aynı özelliğini korumaya devam ederse, önümüzdeki dönem hükümetin dayatmalarına karşı yoğun bir mücadele ile geçmeye gebe kalabilir. E-bilet, 6222 sayılı yasa, keyfi cezalar, yüksek bilet fiyatları gibi son derece yakıcı sorunlar ile mücadele, Gezi’nin tribünlerdeki ruhu olmaya aday yansımalar olarak taraftarların karşısında duruyor. Bu mücadelede de toplumun diğer kesimlerini taraftarların yanında görmek Gezi ruhunun gereğidir diye düşünüyor ve stadlarda yıllardır biriken deneyimin 31 Mayıs gecesi ile beraber bambaşka bir niteliğe doğru akmasını temenni ediyorum.
[/av_textblock]

[av_gallery ids=’21983,21984,21985,21986,21987,21988,21989,21990,21991,21992,21993,21994,21995,21996,21997,21998,21999,22000,22001,22002,22003,22004,22005,22006,22007,22008,22009,22010,22011,22012,22013,22014,22015,22016,22017′ style=’big_thumb’ preview_size=’portfolio’ thumb_size=’thumbnail’ columns=’6′ imagelink=’lightbox’] ✪