Bir ritüel; kırmızı halı uğultusu

Isaac Newton, 20’li yaşlarının hemen başında, neredeyse gözlerinden olacağı bir deney üzerinde çalışmaktadır. Güneşi çıplak gözle izleyerek renklerin peşinde koşmaya başlayan bu genç, karanlık odasından bir süreliğine çıkmayarak devam etmiştir yolculuğuna.

Isaac Newton, 20’li yaşlarının hemen başında, neredeyse gözlerinden olacağı bir deney üzerinde çalışmaktadır. Güneşi çıplak gözle izleyerek renklerin peşinde koşmaya başlayan bu genç, karanlık odasından bir süreliğine çıkmayarak devam etmiştir yolculuğuna. Diğer temel renkler gibi kırmızı da, Newton’un ‘çok önemli deney’ diyerek isimlendirdiği küçük bir delikten odaya giren güneş ışıkları sonunda anlaşılır olmuştur.

Karanlık odasına açtığı ve bu küçük delikten giren güneşle süren arkadaşlığını kıskanmalıyız Newton’un.

Halının bilinen hikayesi; Newton’un doğmasından yaklaşık 6500 yıl öncesinde başlar. Hayatta kalmayı başaran en eski halı, Altay dağlarının Pazyryk vadisindeki bir Sycthian (Saka-İskit) prensinin mezarında keşfedilir ve Leningrad’daki Hermitage Müzesi’nde sergilenmektedir.

Ortaçağ ve Rönesans Avrupa’sı için kırmızı çok önemli bir renkti. Kırmızı kumaştan dikilmiş giysileri sadece krallar, sonra saray mensupları, yüksek din adamları, zamanla da zengin aristokratlar kullanmışlardır. Burjuvanın, halkın, köylülerin kırmızı giyinmeye hakları yoktu. Bu yasalarla düzenlenmişti. Hakları da olsa kırmızı kumaşı satın alacak maddi güçleri yoktu. Çünkü yarım metre kırmızı kumaş bir kilo külçe altınla eşdeğerdi.” der Şebnem Soygüder, “Renklerden “kırmızı”, kırmızının diliyle duygusal okuryazarlık” adlı makalesinde renklerden kırmızıyı anlatırken.

Kırmızı halının da bir öyküsü var elbette; Ortaçağ’da savaşı kaybeden kral, kazanan kralın önüne kırmızı pelerinini serip teslim olur. Kaybedenin kabullenişi, kırmızı halının içini dolduran ilk taslak kabul edilmeli ve kazanan ile kaybeden arasında ki bu sembolik betimleme hafife alınmamalıdır. Kaybedenin, çok değerli olan kırmızı pelerinini kazananın ayaklarının altına sermesi, uzun bir süre sonra ve ilk kez, Kraliçe Victoria’nın ayakları altına -bir uğurlama töreni sırasında- serilen kırmızı halıya dönüşür. Ve böylece dünyadaki tüm karşılama ve uğurlama törenlerinde kullanılmaya başlanır. Ancak hiçbir halı masalı, -buna askeri ve siyaset alanlarında serilen kırmızı halı da dahildir- sinemanın yarattığı kadar görkemli değildir. Görkemini, sanattan alan ve kendine geniş bir dokunulmazlık alanı yaratan güçlü bir duruştur bu.

İktidarı temsil eden kırmızı, Saka-İskit prensinin mezarında bulunan en eski halı olan Pazyryk’la kurduğu ortaklığına sinemayı da dahil eder. Sinema, sanatın yedinci ve son çocuğudur. En küçük çocuk olmanın verdiği şımarıklıktan gelen cesaretiyle, tarihin yarattığı ikonları kendine özgü üslubuyla iktidarına yerleştirir.

Sinema, halı ve kırmızı üçlemesini bu yazıda buluşturan, önce ‘Veda’ filminin galası, ardından Oscar töreni, devamında Yeşilçam Ödülleri ve son olarak İstanbul Film Festivali’nin açılışı oldu. Peş peşe gelen bu törenler, sinemanın yarattığı bu güçlü ritüele mükellef bir ev sahipliği yaptılar.

Töreler ve törenler kendine yeni bir ritüel oluşturmanın keyfini çıkarırken, modern dünyanın en önemli tapınakları arasında yerini alacaktır kırmızı halı.

İnsanoğlunun tarım toplumuna geçip düzenli bir karın doyurmayı garanti altına almasıyla, kırmızı halıda yürümesi arasında geçen diyalektik mesafe, kırmızı halının etrafına çekilen koruma zinciriyle anlaşılır ancak. Kırmızı halı yürüyüşü, verilen partiler, moda, yeme-içme ve paparazzi haberlerinin bolluğuyla birleşerek tüm ihtişamını sürdürür. Bir tür sembolizm gösterisine dönüşen kırmızı halı masalı, aynı zamanda pek çok kaynaktan da besler kendini.

İktidarı tariflerken Adorno’nun şu sözünü hatırlamalıyız; “Kültürden söz eden, bilerek ya da bilmeyerek yönetimden de söz ediyor demektir.

Kırmızı halının etrafına çekilen ve kırmızı renkli kadifeyle kaplanan zincir, halıda yürüyenlerden imza almak, fotoğraf çektirmek için yarışanlarla, televizyonlarında büyük bir merakla izleyenlere büyülü bir görsellik sunar. Bu durumdan karşılıklı kutsal bir zevk alan kırmızı halı yürüyenleri ile kırmızı halı ardındakiler arasındaki bu ruhani bağ, tanrıları/tanrıyı bile kıskandıracak kadar episodik öğeler içerir.

Kırmızı halının dokunulmazlığı altında güvenliği garantiye alınan bu uzun yürüyüşe her yıl yüzlerce seçilmiş insan katılır. İnsanın insanı ödüllendirmesinin en ilginç yüzlerinden biridir bu durum. Günümüz ikonlarının, kocaman gülücükleriyle mutluluklar saçtığı bu vazgeçilmez yürüyüş, özelde sinemanın genelde sanatın kendi iktidarını kurma sürecini taçlandırır böylece.

M.Ö. 5. yüzyıla ait olduğu anlaşılan Pazyryk ile Isaac Newton kırmızı halıda birbirlerini tanımadan buluşur. Sessizce.

 ✪

Önceki

Joan Baez’in Japonya turnesi ve CIA

Sonraki

Kemani Cemal, Bergüzar ve Sulukule