Ölüleri ziyaret etmek ve gizli kitaplar

Jorge Luis Borges ve eşi Maria Kodama, hayatının son günlerini yaşayan şair Robert Graves’i Mallorca adasındaki evinde ziyaret eder. Borges, bu anı Atlas isimli kitabında (az çok) şöyle yazar:

Nisan '08

Jorge Luis Borges ve eşi Maria Kodama, hayatının son günlerini yaşayan şair Robert Graves’i Mallorca

adasındaki evinde ziyaret eder. Borges, bu anı Atlas isimli kitabında (az çok) şöyle yazar:

Ben bu satırları yazarken, belki de siz bu satırları okurken, Robert Graves, zamanın ötesinde, zamanın tarihlerinden ve sayılarından özgür, Mallorca’da ölüyor. Can çekişiyor, ama acı çekmiyor, çünkü acı demek savaşım demektir. Çünkü hiçbir şey, karısı, çocukları, en küçüğü dizine tırmanmış torunları ve dünyanın dört bir yanından gelmiş hacıların (sanırım, biri İranlı) arasında kımıltısız oturan bu yaşlı adam kadar savaşımdan uzak, vecde yakın olamaz.

“Gözleri görmüyordu, kulakları işitmiyordu, ağzından tek bir söz çıkmıyordu, ama uzun gövdesi işlevlerine bağlılığını sürdürüyordu:

Ruhu bir başınaydı artık. Bizi çıkaramadığını
sanıyordum, ama hoşçakal dediğimde elimi sıktı ve Maria Kodama’nın elini öptü. Bahçe kapısında, karısı, ‘Gene gelin,’ dedi.

‘Burası bir cennet.’

1981 yılıydı. 1982’de gene gittik. Karısı, kaşıkla yemek yediriyordu; herkes hüzünlüydü,
sonu bekliyorlardı. Bu tarihlerin, onun için, tek bir sonsuz an olduğunu biliyorum. Okur, Beyaz Tanrıça’yı unutmayacak; Graves’in bir şiirinin özünü anmadan edemeyeceğim.

“Meğer Büyük İskender otuz iki yaşında Babil’de ölmemiş. Bir savaştan sonra kaybolmuş, geceler boyu çöller, ormanlar aşmış. En sonunda, uzaklarda, bir ordugâhın ateşlerini görmüş. Sarı derili, çekik gözlü savaşçılar, onu ateşin başına buyur edip ağırlamışlar ve sonunda ordularına almışlar. Büyük İskender, sapına kadar asker ya, adını bile duymadığı çöllerde savaşlara katılmış. Bir gün, savaşçılara paraları ödeniyormuş.

İskender, gümüş sikkelerden birindeki resmini tanımış ve kendi kendine demiş ki: Ben Makedonyalı İskender iken, Erbil zaferini kutlamak için bastırdığım madalya bu.

“Bu masal, çok eskil olmayı hak ediyor…”

Bir başka coğrafyada, taşlar ve yaprakları en yalın haliyle anlatan, suya yön veren şair İlhan Berk ise, bir başka şair Behcet Necatigil’in eşini ziyaretlerini günlüğünde ayrıntısıyla anlatır. O ziyaretlerden, Necatigil’in sessizleşmiş evinde karısının her hareketi ve mimiğinden şiir çıkarır İlhan Berk. Şöyle yazar en sonunda:

Ölü bir ozanın sevgili karısını görmeye gitmek

Kağıtlar, kitaplar, dedi, nereye elimi atsam.
Kiminde yarım kalmış, nasılsa bitmiş bir şiir
Kiminde. Hem her şey şiirlerde değil miydi?
Bir gök şiirde ağar, bir sokak şiirlerde
Gider gelirdi.
Böyle yaşayıp gidiyorduk.’

Sesi,
Sanki çok ötelerden gelirmiş gibi
Ezik, suskun odaları dolaştı durdu.
Masada açık duran bir kitabı gösterdi sonra
Ölünün, son kez elini sürdüğü ve kaldığı.
‘Burada işte oturmuş şu kitabı okuyordu,
Elinden kitabın düştüğünü gördük sonra.
Hepsi bu.’
Böyle dedi, yüzüne kapayıp ellerini
Alınmış gibi bir bulutun yer değiştirmesinden.

Amerikalı fotoğraf sanatçısı ve yazar Sean Kernan’ın çalışması The Secret Books/Gizli Kitaplar, tıpkı Borges’in Atlas’ı gibi enine bir kitap. Kitabın üzerinde kıvrılmış, atılmayı bekleyen (belki de uyuklayan) bir yılan var. Yılan, yazıların büyük bölümünü örtmüş.

Sean Kernan kitabın sonsözünde Borges’in üzerindeki etkisini anlattıktan sonra, Japonya’daki bir ırmaktan topladığı dört siyah taşı yerleştirmiş, Latince metinler sıralamış, bunu bir şiir, bir haiku gibi düşünüp, şiirin/kitabın fotoğrafını çekmiş. Birkaç tanesine aşağıda yer vereceğimiz Gizli Kitaplar isimli çalışma, aslında kitabın kendisini kutsal bir nesne gibi görmek üzerine sanki. Kernan’ın çalışmasında Borges metinleri yer alıyor, ancak kitaba eşlik etmiyor, kitabı süslemiyor, kitap Borges metinleri üzerinde örülmüş değil, sadece Borges metinleriyle görsel diyalog:

“Adam, dünyayı betimlemeyi kendine görev edinir. Yıllar boyunca, belirli bir yüzeyi, ülkeler ve hükümdarlıkların, dağlar, koylar, gemiler, adalar, balıklar, odalar, araçlar, kutsal bedenler, atlar ve insanların imgeleriyle doldurur. Ölmesine az kala, sabırla örülmüş bu satırlar dolambacının, kendi yüzünün resmi olduğunu keşfeder.”

Borges öykülerini okumaya başladığınızda, bu kör adamın size sessizce anlattıklarını dünlemeye başlarsınız. Öykü bittikten sonra, aklınıza kısa ama yeterli metinlerde betimlenen bir dünya olarak görüyorsunuz çevrenizi. Artık gördüğünüz dünyaya güvenmiyorsunuz, dünyanın gerçekliği şüphe uyandırıyor.

[simpleviewer=20,500,600] ✪

Önceki

Kosta Rika’nın gizemli taşları

Sonraki

Anadolu’nun kayıp şarkıları