Maziden bir fotoğraf…

Fotoğraf: Beyza Becerikli - Öykü: Sedat Palut
Ekim '10
Fotoğraf: Beyza Becerikli - Öykü: Sedat Palut

Yatağın içinde dönüyor, sağ omzunun üstüne. Yüzüne sabahın mutlu ışığı vuruyor, tülün arasından. Gözlerini açıyor. Kalkmak istemiyor, tüm gün tembellik yapmak istiyor yatakta.

Bakmadan, elleriyle başucundaki fotoğrafı arıyor, deviriyor, alıyor, kendinde olmayan gözleriyle bakıyor. Bülent, eşi, siyah damatlığı içinde, Gülten’in elini tutmuş. İkisi de objektife yandan bakıyor. Gülten gelinliğin içinde geçirdiği günü düşünüyor. Yorgun ama çok mutlu bir gün…

Yataktan çıkıyor, tülü çekiyor, yatak odasını güneş kaplıyor. Ufak bir gölge odanın kuytusunda… Kahvaltı edip etmemeyi düşünüyor. Üç saat önce Bülent’le kahvaltı ettiği, şakalaştığı dakikaları hatırlıyor.

Balkonda çay içmenin keyfini yaşamak istiyor. Mutfağa gidip, ocağın altını yakıyor. Evdeki sessizlikten ürküyor bir an. Evlenmeden önce yaşadığı kalabalık evi hatırlıyor. Anne, baba, evlenmiş iki ağabeyi, bekâr kız kardeşi… O günlerde kaynanasız bir evde oturacağı aklının ucundan geçmezdi. Mutlu bir tebessüm yüzünün aynasında…

Salona geçiyor, açık kapılardan odalara bakıyor, bu ev benim, diye düşünüyor, kira bile olsa benim. Eşyalarına dokunuyor. Pencereleri açıyor. Ilık bahar havasını içine çekiyor. Mutluluğun gölgelenmesinden korkuyor. Nerede okuduğunu hatırlamadığı bir cümle dolaşıyor zihninde. Sonsuz mutluluk yoktur. Bunu düşünmek istemiyor. Mutfaktan, kaynayan suyun sesini işitiyor. Çayını koyarken bir şeyler yeme konusunda tereddüt ediyor. Rejim yapmalıyım, daha güzel olmalıyım diye düşünüyor, vazgeçiyor yemekten. Çayını alıyor, sandığından fotoğraf albümünü de, balkona çıkıyor. Çayından ilk yudumunu alıp albümün kapağını açıyor. İlk, evlilik fotoğrafları… Düğün salonunda iki aile ile birlikte, akrabalarla, arkadaşlarla; sonra fotoğrafçıda… Bülent’le… Hepsinde gülümseyen yüzler… Bir tek Necla var yüzü gülmeyen, Gülten’in amcasının kızı, yeni boşanmış, hüzün tüm yüzünü kaplamış.

Sayfaları çeviriyor, çocukluk fotoğraflarını görüyor. İlkokul 1’e giderken çektirdiği ilk önlüklü fotoğraf… Beyaz işlemeli bir yaka, siyah bir önlük… Annesinin kucağında, babasıyla bahçede oynarken, ağabeyleriyle piknikte… Daha fazla fotoğrafı olmadığı için üzülüyor.

Çayından bir yudum daha alıyor. Sonra Bülent’in fotoğraflarına bakmaya başlıyor. Bebeklik fotoğrafı yok, çocukluk fotoğrafı da… Fotoğraf, Bülent’in hayatına gençlik döneminde düşüyor. Arkadaşlarıyla futbol oynarken, yine arkadaşlarıyla piknikte, işte, bilgisayarın başında; ailesiyle birkaç fotoğraf… Ailesini pek sevmiyor Bülent, bundan hoşlanıyor Gülten, düşündükçe yüzü gülüyor, balkonun açık penceresinden salona bakıyor keyifle.

Sayfayı çevirirken bir fotoğraf ilişiyor gözüne. Bülent, tek başına, bir tiyatronun girişinde, gülerek bakıyor objektife. Yalnız, fotoğraf sağ omzunun dibinden kesilmiş, sol tarafında ise gişe…

Neden fotoğrafın sağ omzunun dibinden kesilmiş olduğunu düşünüyor Gülten. Gözlerinin dibini kaşıyor, çapaklar parmaklarının ucuna geliyor, yüzünü yıkmadığını hatırlıyor. Banyoya gidip yüzünü yıkıyor. Aynada yüzüne bakarken aklında hala o fotoğraf… Kendine kızıyor. Geçmişi kurcalamanın bir anlamı yok. Ama sonra, belki, diyor içinden, benden önceki sevdiğiyle çektirdiği bir fotoğraftır, büyük bir ihtimalle öyledir, yoksa niye kessin fotoğrafı, sonuçta hatıra, demek benim görmemi istememiş…

Peki, sevdiği kim? Birkaç gönül macerası olduğunu söylemişti bir akşam, çay bahçesinde. Yazdı. Hava sıcaktı. Dondurma yiyorlardı. Yan masada Necla oturuyordu. O zaman daha boşanmamıştı. Gülten geçmişi sorduğunda, Bülent, geçmiş işte, onu kurcalamak bizi sadece üzer, demişti, yüzünde eski bir ifadeyle.

Bir yudum daha alıyor çayından. Soğumuş. Mutfağa gidip tazeliyor. Yine balkona çıkıyor. Fotoğrafa bakıyor uzun uzun. Bülent’in mutlu gülümsemesini kıskanıyor. Düğün fotoğraflarını açıyor yeniden. Bülent’in o kadar mutlu olduğunu görmek istiyor. Göremiyor. İçini kaplayan huzursuzluktan kurtulmak istiyor. Birisini aramak istiyor; ama kimi… Bunu düşünüyor. İçeri geçip telefonu alıyor. Çocukluk arkadaşı Hülya’yı aramayı düşünüyor. Birkaç tuşa dokunuyor, sonra vazgeçiyor. Arıyor. Hülya’nın yeni uyanmış sesi.

“Efendim Gülten.”

Söze nasıl gireceğini düşünüyor Gülten.

“Sana bir şey soracağım Hülya ama sabah sabah nereden çıktı deme.”

Hülya keskin bir kahkaha atıyor.

“Her zamanki tuhaflığın… Tamam, sor bakalım,” diyor.

“Bülent’in eski arkadaşı, yani kız arkadaşı kimdi?”

Hülya yutkunuyor. Yutkunan sesi fark ediyor Gülten. Hülya ile bu konuda daha önce konuşmadıklarını hatırlıyor.

“Kızım evleneli daha iki hafta olmadı. Bu da nereden çıktı şimdi.”

Sesi titriyor Hülya’nın.

“Sen soruma cevap ver,” diyerek üsteliyor Gülten.

Baştan savan bir sesle cevap veriyor Hülya,” Bilmiyorum, şey, yani iki mahalle aşağıda oturan Ayten vardı hatırlarsan, bir ara onunla görüşüyor diye duymuştum. Ama ciddi bir şey değildi. Bilirsin Ayten’i pek de sevmem. Lisedeki o olaydan sonra hiç konuşmadık. Hala konuşmuyoruz. Bak kızım, kurcalama eski mevzuları, mutlu değil misin, mutlusun. Eee, o zaman? Annem çağırıyor, kapatmam lazım. Kurcalamak yok, tamam mı, tamam mı dedim.”

Hülya’nın sesi gittikçe büyüyor Gülten’in kulaklarında. Kapanan telefonun sesi… Annesinin Hülya’yı çağırmadığını düşünüyor.

Ayten’i düşünüyor Gülten. O da Hülya gibi pek sevmezdi Ayten’i. Neden sevmediğini düşünüyor. Bir cevap bulamıyor. Lisede kopya vermediği için mi, kendini beğenmiş tavırlarından dolayı mı, yoksa Hülya, Ayten’i sevmediği için mi, bilmiyor…

Telefonun rehberine bakıyor. Ayten’in numarasına… İsmi var mı? Evet. Çayından bir yudum alırken yes tuşuna basıyor. Soğuk çay, boğazından aşağı inerken vücudu titriyor. Ayten’in sesini hatırlıyor.

“Alo, efendim…”

Numarasının onda olmadığını fark ediyor.

Öksürüyor Gülten. “Benim,” diyor “Gülten. Hatırladın mı?”

Ayten gülerek konuşur gibi bir sesle cevap veriyor.

“Hatırladım tabii. Nasılsın?”

Gülten, Ayten’in samimi olmadığını düşünerek cevap veriyor.

“İyiyim ya sen?”

Ayten de öksürüyor. “Ne olsun işte. Her şey aynı.”

“Düğünüme gelmedin,” diyor Gülten. Kısa bir süre bekliyor, Ayten ahizenin diğer ucunda.

“İstanbul dışındaydım,” diyor, “kusura bakma gelmeyi istiyordum ama… Olmadı işte.”

Ayten’in yapmacık konuştuğuna kanat getiriyor Gülten. Sinirleniyor.

“Sana bir şey soracağım,” diyerek hoşlanmadığı sohbeti bitirmek istiyor. Ayten’in herhangi bir şey söylemesine fırsat vermeden devam ediyor.

“Bülent’in en son kız arkadaşı kimdi? Evlenmeden önce kimle görüşüyordu?”

Ayten’in uzun hııı sesini duyuyor Gülten. Cevap bekliyor.

“Şey,”diyor Ayten, “yani tam olarak bilmiyorum ama iki mahalle yukarıda Hülya diye birisi var. Kaç yıldır konuşmuyorum, doğru düzgün görmüyorum da. Her neyse,  bir ara onunla görüştüğünü duydum. Ama ne kadar doğru bilmiyorum. Hem niye kurcalıyorsun ki maziyi.”

Gülten sinirle kapatıyor telefonu, önündeki sehpaya tekme atıyor. Çay dökülüyor. Tülün arasından salona bakıyor. ✪