Baran Bilir ile Lemis Yayın üzerine hasbihal…

"Piyasayla ilgilenmeyen özgür bir yaratım sürecinden ben en başta bir tür başına buyrukluğu anlıyorum..."

Lemis Yayın, 2012’den beri yayıncılık dünyasındaki kendi özgün yerinde duruyor. Zaman içinde mimarlık, sinema, poetika ve müzik alanlarında zihin ve yol açıcı bir kataloğa sahip olmasının yanında, yakın zamanda Başkan’ın Odası ile kurgu eserler yayımlamaya da başladı. Ayşe Güngör, Baran Bilir ile bağımsız yayıncılığın motivasyonları, yayınevinin dünü, şimdisi ve geleceği üzerine konuştu.

[Ayşe Güngör] Nasıl başladı Lemis Yayın’ın yolculuğu?

[Baran Bilir] Bir Gordon Matta-Clark kitabı hazırlamak niyetiyle çıktık yola aslında, yayınevi kurma kararını sonradan, kitabı hazırlarken aldık. Önceleri “hele biz kitabı bir hazırlayalım da, kimse basmazsa kendimiz basarız,” diyorduk. Süreç içinde bunun tek kitaplık bir şeyden daha fazlası olmasını istediğimizi fark ettik.

Başlangıçta iki kişiydik, ben ve Perihan (Usta). 2015’ten beri ben tek başıma sürdürmeye çalışıyorum.

Kendi payıma, çok kısaca şöyle gelişti: Hayatta ne yapıp ne yapmayacağıma karar vermem gereken zamanlardı. Önce yapmak istemediklerime karar verdim, sıra ne yapmak istediğime karar vermeye gelmişti.

Tek başına yayınevi işlerini sürdürmeye çalıştığın bu sürecin birçok zorluğu oluyordur eminim, hele ki şu zamanlarda. Biraz bu zorluklardan bahsetmek ister misin? Yine de tüm bunlara değer, diyor musun?

Tek başına götürmenin bazı avantajları ve elbette pek çok zorluğu var. Hem her iş gibi yayıncılığın da kendine has zorlukları var, hem de hangi iş olursa olsun bir şey “iş” olunca, bürokrasiler, çoklu para ilişkileri devreye girince kendiliğinden gelen zorluklar var; tek başına olmak da tabii bu zorlukları katlıyor. Ama uzun uzun bunlardan şikâyet etmek, yakınmak istemem, ara sıra yıldırıcı ve stresli anlar yaşansa da zevk ve heyecan kefesi neticede ağır basıyor her seferinde. Lemis’in takip edildiğine tanık olmak heyecan verici ve büyük bir motivasyon kaynağı.

Ama zorlukların bir boyutundan, zaman boyutundan biraz bahsetmek isterim. Tek başına olmak mesai saati mefhumundan yoksun, bir düzene oturtması pek mümkün olmayan, gece-gündüz, haftaiçi-haftasonu, ev-işyeri gibi dikotomilerden bağımsız bir hayat yaşamayı gerektiriyor, ya da en azından Lemis’te işleyiş ancak böyle olabiliyor. Masabaşında yapılacak işlerin sonu yok, iyi ki de yok, ama bazen o masanın başına oturma fırsatını bulmak dahi güç oluyor. Bürokratik işler, sipariş tedarikleri, yazışmalar vs. derken, bazı günler kitap hazırlık işlerine sıra çok geç gelebiliyor, bazı günler gelemiyor bile. Tek bu değil, başka nedenleri de var, ama bu, Lemis kitapları arasındaki sürenin bazen çok açılmasının en büyük nedenlerinden biri.

Kitap çevirmeyi veya yayıma hazırlamayı bir tür ekstrem okuma olarak görüyorum. Sizden vaktinizin, zihninizin, emeğinizin, yani hayatınızın büyük bir kısmını kendisine hasretmenizi bekleyen, bazen yan okumalarla, tartışmalarla desteklenmesi icap eden, rüyalarınıza bile sirayet edebilen bir uğraş.

Yayıncılığı tüm bu artı eksi tablosu üzerinden düşününce, zorluklara rağmen, olumlu olan taraf daha ağır basıyor belli ki. “Lemis’in takip edildiğini bilmek bir motivasyon kaynağı,” dedin. Ben bu motivasyon meselesini biraz daha açmak isterim: Bunun içinde piyasa için üretmemenin ve küçük ölçekli bir yayınevi olmanın sağladığı özgür yaratım süreçleri de var mı? Sence bu tercihler yerine ulaşıyor mu?

Kitap çevirmeyi veya yayıma hazırlamayı bir tür ekstrem okuma olarak görüyorum. Sizden vaktinizin, zihninizin, emeğinizin, yani hayatınızın büyük bir kısmını kendisine hasretmenizi bekleyen, bazen yan okumalarla, tartışmalarla desteklenmesi icap eden, rüyalarınıza bile sirayet edebilen bir uğraş. Bunlara gönüllü olmak, böyle bir uğraşı motivasyonu daim kılacak biçimde sürdürebilmek için o süreçte hayatınızın bir parçası haline gelecek o konuyu, metni, kişiyi, yazarı, her ne ise, onu doğru seçmek gerekiyor. Yani o metni defalarca okumaya; misal bir satırarası meramını veya örtük referansını daha iyi kavrayabilmek uğruna bazen saatlerce kitaptan kitaba, makaleden makaleye, sözlükten sözlüğe atlamaya; yazarını ya da mesela o kitap biri hakkındaysa o kişiyi hani neredeyse hane halkından biriymişçesine hayatınıza sokmaya hazır bir motivasyonunuz olması gerekiyor. Piyasayla ilgilenmeyen özgür bir yaratım sürecinden ben en başta bir tür başına buyrukluğu anlıyorum, yani hazırlık süreci boyunca motivasyonu daim kılacak kitapları başına buyrukça seçebilmeyi ve süreci başına buyrukça götürebilmeyi. Ama bu, motivasyon bahsinin sadece bir boyutu.

Belki düşünsel motivasyonunun beklentileri ile piyasanın beklentilerini çakıştırabilenler vardır. Motivasyonunu öncelikle piyasanın beklentilerini karşılamakta bulan bir üretim biçimi ise zaten daha yaygın olanı. Bir de tespit ettikleri bir boşluğu doldurma misyonu üstlenen, motivasyonunu o misyondan alan üretim biçimi var. Lemis bunlardan birine dahil değil. Sanıyorum Lemis gibi bunlardan birine dahil olmayan başına buyruk yayınevleri ayakta kalma ve direnme gücünü ancak takip edildiklerini hissedebilirse bulabiliyor. Devam etme gücü veren şey en başta bu oluyor. Çünkü bu tür yayıncılık öncelikle bir yayma hevesi; ve o hevesin, o çabanın boşa çıkmadığını, bir karşılık bulduğunu görmeden devam etmesi güç. Tabii şunu da eklemek lazım, takip edilmenin maddi dönüş formundaki karşılığı da denkleme dahil ve o açıdan bakınca da başına buyrukluk biraz başa bela olabiliyor.

Kitapların biraz da tasarımsal tarafından bahsedebilir misin?

Mimarlık eğitimi almış olmaktan gelen bir tasarım hevesiyle kitapların kapaklarını ben yapıyorum. Bazılarının zaten öyle “tasarım” denecek bir olayı yok pek. Kitaplara kapak yapmanın da yayıma hazırlık sürecinin, demin bahsettiğim o ekstrem okuma sürecinin bir parçası olduğunu düşünüyorum, çünkü bir ambalajdan ibaret olmasın, kitabın hissinden az biraz iz taşısın diye uğraşıyorum. Bazen nasıl olacağı, kapakta hangi imgenin kullanılacağı baştan belli oluyor, bazense o arayış sancılı bir süreç olabiliyor. Yaparken zevk alıyorum ama tabii masraftan kısmak için de kendim yapıyorum.

İç tasarımları açısından bahse değer olan, sanırım sadece Gordon Matta-Clark kitabı var. Onun tasarımını Perihan’la birlikte yapmıştık, tasarımın büyük bir kısmı ve uygulaması ona ait.

Öte yandan sen de yazan ve yazmakla derdi olan birisin, yayıncı olmak bu tarafını nasıl etkiliyor?

“Yazan”dan ziyade “yazmakla derdi olan” demek daha doğru olur. Lemis’ten önce, uzunca bir dönem hayatımdaki en öncelikli uğraş yazmaktı, tanışıklığımız o zamanlara dayandığından sen biliyorsun. O dönem benim için bir bakıma Lemis’e hazırlık dönemi olmuş oldu.

Yazmak hâlâ hayatımın bir parçası, ama artık eskisi kadar yoğun ve hararetle yapmadığım, üzerine konuşması da doğrusu benim için biraz güç bir şey.

Tanışıklığımız o zamana dayanıyor demişken, bir zamanlar beraber Zygiella Notata isimli fanzini hazırlıyorduk. Bugün bakınca fanzin nasıl bir mecra sence, sana neler ifade ediyor?

Zygiella Notata güzel bir deneyimdi. On sene oldu aşağı yukarı, değil mi… Daha fazla hatta. Bu arada hakkını yememeliyim, beraber hazırlıyorduk demek haksızlık olur, tamamen senin çekip çevirdiğin bir faznindi. Ama o maceraya dahil olmayı, küçük de olsa bir parçası olmayı Lemis’e giden yolun taşlarından biri sayıyorum.

Aslında fanzinlerle ilişkim hayli eskiye dayanıyor. 1998’de, 14 yaşındayken bir metal müzik fanzini çıkarmıştım. İlk paramı da ondan kazandım. 20-25 kopya satmıştım; hiç fena sayılmaz. Ondan sonra, ergenlik yıllarım boyunca başka fanzinler de hazırladım kendi kendime. Daha deneysel, görsel-edebî şeyler. Onları insanlarla paylaşmaya cesaret edemedim. Keşke duruyor olsalardı, kaybettim hepsini.

Belki ta o günlerden gelen bir refleksle, fanzin sempati duyduğum bir mecra. Fanzin için en doğru kelime de sahiden “mecra” galiba. Tabii bir zamanlar ettiğinden farklı şeyler ifade ediyor artık benim için. Fanzinler de başka bir şeye evrildi çünkü. Bir zamanlar olduğu şeye de, bugün geldiği noktaya da ayrı ayrı sempatim var. Bir zamanlar, sözü olanın sözünü çoğaltıp yayarken bürokrasileri ve hiyerarşileri baypas ettiği, fotokopi makinesi denen harika icadın sunduğu fırsatlardan istifade ettiği mecraydı. Bugün ise fanzin deyince zihnimde canlanan şey tam bir mecralararasılık mecrası; ifade araçlarının, farklı macraların sınırlarını bulanıklaştırarak onları buluşturma, kitaptan, dergiden daha esnek olma potansiyeline, hatta dijitale veya sergi mekânına alternatif olma potansiyeline sahip bir yüzey. Nostalji batağına saplanıp artık geçmişte kalmış o fanzin estetiğine öykünmedikçe, bence hâlâ ve hatta belki de bir zamanlar olduğundan daha da fazla imkân barındıran bir mecra.

Lemis’in yayımlayacağı kitapların planını nasıl yapıyorsun? Uzun vadeli bir planın var mı, bizi gelecekte nasıl kitaplar bekliyor?

Pek plan yapmaya gelmiyor, yapılan planlar illa ki aksıyor, her yayınevi için böyle değildir muhakkak ama Lemis için böyle olageldi.

Kısa vadede kitap, orta ve uzun vadede de kitap dizisi ölçeğinde birtakım hazırlıklar sürüyor. Şimdiye kadarki kitapların hitap ettiği okurun yine ilgisini çekecek, çevirisi başlamak üzere, devam eden ve bitmiş birkaç kurgudışı kitap var sırada. Bir koldan da kurgudışı derleme dizileri yayımlamak üzere bazı hazırlıklar sürüyor.

Uzundur hayalini kurduğum ama ancak gerçekleşebilen bir gelişme de Lemis’in kurgu kitaplar basmaya başlamış olması. Yakınlarda çıkan Ricardo Romero’nun Başkan’ın Odası kurgu dizisinin ilk kitabı oldu. Bu gelişmeden dolayı heyecanlıyım, uzun vadede nasıl bir seyri olacağını ben de merak ediyorum.

Bir de, ilk kitap Gordon Matta-Clark’ı baştan sona elden geçirilmiş ve genişletilmiş olarak tekrar basmak istiyorum, kısa vadeli planlardan biri de o.

En iyi yaptığım şey ise dinlemek, sessizliğe pek gelemiyorum.

Basmaktan pişman olduğun bir kitap var mı?

Hepsine aynı mesafede değilim tabii ama pişmanlık denecek kadar mesafelendiğim bir kitap da olmadı. Niyet edip de sonradan “bunu basmamalıyım” deyip vazgeçtiğim kitaplar oldu. Şimdi olsa yayın programına eklemeyeceklerim de çıkar biraz düşününce, ama bugünden bakıp da “keşke Lemis’in kataloğunda olmasaymış” diyeceğim bir kitap yok. Aralarından bazılarını, az satılacağını tahmin ederek, bunu göze alarak yayımladım ve tahmin ettiğimden de az satıldılar. Ama bundan dolayı pişman olmadım, hatta aldıkları bazı tepkiler “iyi ki yayımlamışım” dedirtti. Müzik kitapları öyle oldu mesela, Morton Feldman ve Iannis Xenakis kitapları. Pişman olmasam da bu tabii aynı hattan giden yeni kitaplar basmak konusunda temkinli olmaya itiyor, oysa o hattı devam ettirmeyi istiyorum. Ya da Alexander Kluge kitabı Sinema Hikâyeleri mesela: bir Kluge kitabı yayımlamak hayalimdi ve bunu gerçekleştirmiş olmaktan dolayı çok mutluyum, ama yayımlamak istediğim başka Kluge kitapları da var ve ister istemez temkinli davranıyorum.

Sen bu aralar neler okuyor, neler dinliyor ve izliyorsun?

En son Ilya Kaminsky’nin Sağır Cumhuriyet’ini okudum. Şimdi elimin altında Başkan’ın Odası’nın da çevirmeni Emrah İmre’nin çevirdiği, Samanta Schweblin’in Kurtarma Mesafesi ve Yort Kitap’ın yayımladığı yeni materyalizm derlemesi var. Bir de tabii Lemis yayını olma potansiyelli kitaplar listem var, okumaya ayırdığım zamanın bir kısmında onları okuyorum.

Şu aralar pek de iyi bir izleyici değilim. En iyi yaptığım şey ise dinlemek, sessizliğe pek gelemiyorum. Son günlerde en çok Pharoah Sanders ve Floating Points’in birlikte yaptıkları Promises albümünü dinledim. ✪

Önceki

Sondan başlayan yaşam

Sonraki

[Hayalet Oğuz] Şimdiyi keşfetmek için ihtiyaç duyulan yıkım