[Joe Strummer] Dostoyevski ve orospu çocuğu piktler

Julian Temple'ın 2007 yılı belgeseli, artık internette. The Clash, Don Letts, Jim Jarmusch, Bernie Rhodes, Joe Ely, John Cooper Clarke gibi isimleri barındıran belgesel, Joe Strummer hakkında en güzel çalışmalardan.
Ocak '12

Strummer, yaşasaydı 59 yaşında olacaktı. Her yılbaşında arkadaşlarına kendi eliyle yaptığı kartlardan atmaktan hoşlanan, kelimenin gerçek anlamıyla son mohikan punk’ı, Judy McGuire’ın yaptığı ve bu 2011 Ekim ayından önce hiçbir yerde yayımlanmamış bir röportajdan kesitlerle analım.


Joe Strummer:

Başkalarının hayatlarına etkisi

(…) Sorumluluk, baskı gibi şeyler var. Biraz stres yaratıyor ama bunları düşünmemeye çalışıyorum. Bu dünyadaki konumunun ne olduğunu bilmemek tehlikeli bir durum. Yani işin ve gerçek hayatta ne yaptığın arasındaki ilişkine yönelik saygılı konumun. Ayaklarımın yere basmasını seviyorum. Bu nedenle mevzuyu biraz kötülüyorum ki, yazmaya ya da müzik yapmaya çalışırken seni kendine yabancılaştıran o “aferin bana” bulutlarında uçmayayım. Her ne kadar kendine güven iyi bir şey olsa da, biraz sınırı olması iyidir. Sürekli kendi sırtını sıvazlayıp havalara girmemelisin. Zaten bu çok uzun zaman önceydi. Artık başka birinin hikayesi haline geldi. (…)

Ossang ile filmlerde yer almak

(…) Hollywood’a gidip, büyük bütçeli hit bir filmi editlerken izledim. Filmi her çarşamba akşamı on yedi yaşındaki çocuklara gösteriyorlar. Sorular soruyorlar. Diyelim ki yirmi kişiden oluşan bu odak grubun cevaplarına göre diğer çarşambaya kadar filmi yine editliyorlar. Bu mevzu sekiz hafta sürüyor. Benim yer aldığım film ise bu sekiz haftadan önceki filmdi. Sekiz hafta sonra ise başka tür bir filmde oluyorsun. Piyasada ve başarılı bir film. Ama şöyle düşünmeye başladım, hiç risk yok. Biz on yedi yaşındayken yetişkin işlerin yer aldığı yetişkin filmleri görmek isterdik. “Otomatik Portakal” gibi bir şey anlamadığım filmleri izlemek istiyordum. Ossang ile film yapmam da böyle bir şey. Bay Şans’ı Londra Film Festivali’nde gösterdiler. Filmden sonra, bin civarında izleyicinin önünde Ossang ile beni sahneye alıp izleyiciye sorularını sorabileceklerini söylediler. İzleyicilerin tamamı kıpırdamadan öyle durdu. İnsanların kasları bile kıpırdamadı. Çünkü kimse ne bok olup bittiğini anlayamamıştı.

Bir kişi bile konuşmadı. Ben de Ossang ile öyle dikiliyordum. Sonra onlar, “Belki siz filmin ne hakkında olduğuyla ilgili bir şeyler söylersiniz” dedi. Ben de filmden bir bok anlamamıştım ki? Sadece olabildiği kadar takılmıştım. Sonra bunun tam rock’n’roll kafasında bir adama uygun olduğunu anladım.(…)

Enerjiyi korumak üzerine…

(…) Turnede olmak artık daha kolay. Çünkü enerjini nasıl koruyacağını ve sahneye çıktığında nasıl kendinde olacağını artık biliyorsun. Erken uyumaya gayret ediyorum. Burada “gayret” kısmına dikkat çekmek isterim. Çünkü ben bir yarasayım. Gece insanıyım. O nedenle zorlanıyorum. Ayrıca kim olursan ol bir konser sonrası gidip doğrudan uyuyamazsın. Bu büyük bir sorun. Düzgün ye, içkileri karıştırma, fazla konuşma. Az sigara iç. Kafayı işine odakla, her zaman yarınki şarkı listesini düşün. Bu önemli. Konser setlisti hazırlamak çok önemli. The Clash ile tüm setlistleri ben hazırlardım. Her gece hangi şarkıları hangi sırayla çalacağımızı hazırlamak. İlham gelmesini beklerdim. Neredeyse şiir yazmak gibi bir şey. (…)

Biraz aptal olmak…

(…)İdealizm ya da naifliği yaşatmak için biraz aptallık şart.

Bazen kendime bakıyorum da, bir tükenmez kalem ve bir paket sigara ile oturup, çaresizce kağıda çiziktirip duruyorum. Bazen sigara paketini buruşturup kendi kendime soruyorum, “Yetişkin bir adam olarak, gecenin bu saatinde ne halt ediyorum?” Sonra o düşünceyi kovuyorum kafamdan, yeni bir paket açıyorum. Sonuçta uzay ilmi değil ama iyi bir mevzu. Cigara da yardımcı oluyor. Bir nevi benim Prozac’ım. Otta rahatlamak yani…

Aklımı, az ya da çok delirmeden tutabileceğimi biliyordum. Kaçındığım şey kafayı kırmaktı. Bir köşeye kıstırılmış, “Harcadılar beni” diye zırlamamak. Bundan kaçış yok. Bir girdap gibi. Yaşarken ölmek demekti biliyordum. Dolayısıyla her şey için kendimi suçlamayı denedim ki yüksek ihtimalle en uygun böylesi oldu.

Aklımı böyle korudum. Kendime yüklenerek. Az da olsa bundan bir şeyler öğrenerek. Kendini suçladığında, öğrenirsin. Başkasını suçladığında bu olmaz. Ne de olsa hata sende değildir, başkasındadır.(…)

Playstation , Dostoyevski, Pikt fırlamalar ve her şeyden vazgeçmek üzerine

(…)Dünya Playstation’larına gömülmüş veletlerin dünyası. Velet derken, yetkin yetişkinleri diyorum. Ne bok yiyorsunuz ulan? Şu anda aslında Dostoyevski’den konuşmamız gerekmez miydi?

Annem, İskoçya’nın kuzeyinin kuzeyinin kuzeyinin de kuzeyinden… Aslen Piktleriz. Romalılar İngiltere’de iki duvar inşa etmişler. Milleti uzak tutmak için. Yüzlerce mil uzunluğunda giden bir duvar. İşte bu Hadrian duvarını her gördüğümde gururlanıyorum çünkü ne de olsa atalarımı uzak tutmak için yapıldı ve bizim nasıl fırlama orospu çocuğu olduğumuzun kanıtı. Bu nedenle, asla vazgeçmem. Bazen hisseder gibi oluyorum ama asla aklımdan vazgeçmeyi geçirmedim. En karanlık günlerde bile. Her zaman ilerleyen bir şey vardı, aklımı koruyan bir kıvılcım. Tersi olsaydı, kendine acıyan sefil biri olur çıkardım ama vazgeçmemek, annemin kanından bana kalan bir özellik…

[ ✪