Ben odaya girince

Nasıl insansın demiyor mu rüyanızda bir aksakallı dede ot çekerken, kafayı koyar koymaz uyuduğunuzda? Hiç mi derdin kederin yok gavat diye hiddetlenmiyor mu dişsiz ağzıyla?
Eylül '10

Ben odaya girince, tek aktivizmi kendi tütününü sarmak olan yaralı deve gibi bir nefes daha verdi. Sarı odasında bin yıllık bir dervişin ağız kokusu vardı ve belki Lut peygamberin kendi isminin hiçbir çocuğa koyulmamasından duyduğu küskünlük:

“Efendim, ruhbanlar sizi bir Müslüman için fazla duygusal buluyorlar.” dedim. Yine iğrenç işçilerin kıllı ve yağlı vücutlarını keselemeye uyanan kırk yıllık bir tellak gibi, havaya bir şeyler yazdı:

“Bence de, ruhbanlar çok sıkıcı.”

Hırslı bir Türkçe karakter aşığı olarak öğle yemeği için sabırsızlanan ağzımı açmamla payımı almam bir oldu:

“Sıkıcı diyorsam sıkıcı ulan, uzatma!”

Dışarda dünyanın neresinde olduğumu unutturan bir yağmur var. Ne desem kâr etmez, bu gece dinmez midemin sancısı sandım. Tuvaletlerde uzun sakallı Ahmet seansları, Allah’ın ayetlerini sigara bilip bir bir çekmek. O düzene, boğazındakini her an kusacakmış gibi söyleyen sesi iyice açtım; sakin göllerin kuğusuymuş, hasiktir ordan!

Aslında ben yatmıştım. Uyuyor da sayılırdım haa, ama ne olduysa oldu, aklıma lise yurdumun koridoru geldi. “Lise yurdunun koridoru, dünyanın en manalı ayetidir.” dedim sonra, iyice uykum kaçtı. Sigara bulmam lazım, üstelik içmek için değil, Bekir bilir. Aslında öykümüzde Bekir’lere yer yok ama anlayın işte bir şeyler başka bir şeyler artık.

Uzuuuuun bir koridor düşleyin, nüfus müdürlüğü boyasında, iki yanda da sayısız kapılar, soğuk, tek banyo koridorun sonunda elli kişiye bir kabin düşer, soğuk demiş miydim? Bir o kadar tanımadığın, günbegün değişen. Yürüyen bir genç de kurdunuz mu içine, dünyayı insan kılığında görse düzecek kadar hırslanmış, ötekilenmiş, berilenmemiş? Kendi türküsünü söylemesi yasak.

Birşeyleri geride bırakmayı ne çok seversiniz. Liseyi bitirmek mesela, üniversiteyi hatta, işsizlik günlerini, bekârlık günlerini bitirmek. Soyka bir hüzün sizin de her gece yatağınıza girmiyor mu? Nasıl insansın demiyor mu rüyanızda bir aksakallı dede ot çekerken, kafayı koyar koymaz uyuduğunuzda? Hiç mi derdin kederin yok gavat diye hiddetlenmiyor mu dişsiz ağzıyla?

Gönlünüzdeki derdi tanıyan çıktı sevinciyle, arkadaşınızın eksi ikinci kattaki evine gidip de, o yatakhane koridoru soğuğunu yüzünüze yediğinizde ve aynı dervişin bin yıllık pis ağzıyla burda da nefes alıp verdiğini hissettiğinizde, dünyalar sizin olmuyor mu? Geceler boyu, bu yalanın içinde sadece sen, Lut, Şuayb ve Nuh’un, hadi diyelim ismini bilmediğin öte gecekondulardan bir iki açınının daha önemsediği kalbe standart delikler açan filmler izleyince, sizi vidalayacak bir peygamber hayal etmiyor musunuz? Sobanın son çıtırtıları da bitince, nereden estiği meçhul o rüzgârın, sizi evin içinde dahi unutmamasının verdiği mutluluk göğsünüzü genişletmez mi? Battaniyeden arta kalan uzuvlarınızın üşümesinde bir öğrenci evi sevgisi bulmaz mısınız?

Ama ben hep böylesiniz hayal etmiştim; otobüs durağında, bijuteride, kahvehanelerde, ayakkabı tamircilerinde, okul bahçesi simitçilerinde, mahalle bakkalı ibneliğinde, kodaman ensesinde, asker nöbetlerinde, taşralı yevmiyesinde, memur yavşaklığında, hacı ağa evlerinde, emekleyen hür teşebbüsün güzel memurelerinde, cemiyet hayatının bacaklarında, yatılı okul çocuklarının soğuk tuvaletlerinde, kimsesiz köfteci soğanında, telaşlı kasaba kürtajında, teknisyen diş çekmelerinde, uçak tamirlerinde, genelev tatlıcısında, genç vaizin apış arasında, azgın teke gönlünde, sürgün çınar gövdesinde, atı ölen arabacı biçareliğinde; hepsinde işte, hepsini saymamı istemeyeceksiniz ya, hepsinde işte hepsinde, ben hepsinde bir insan hüznü yakalamıştım. Her zalime, doğası gereği öküz olan bir çocuk sevgisi duyardım.

Ama yanıldığımı söylüyorsunuz, üstelik gecenin bu saatinde, üstelik işsizim, üstelik kalçamı pıçaklamak isteğimden bir şekilde haberdar olduğunuz halde. ✪